top of page

Son Sürümün Çıktı mı?

  • Nur Tuba Yaşa
  • 14 Kas 2017
  • 7 dakikada okunur

Son Sürümün Çıktı mı?

Ne çok hayat var öyle değil mi?

Satırlara dökülmekten utanılan… Sır gibi saklı kalan..

Birçok kişinin günlüklerde saklayabildiği hayatlar, senin için bir ayıptan öteye geçemedi yıllarca.

Utandın…

Bir günlük bile tutamadın. Çünkü hiçbir şey saklı kalamazdı. Bir gün er ya da geç okunacaktı sende saklı kalanlar.

Bir sen var bir de senden içeride bir yerlerde bambaşka şahıslar…

“Ben ne zaman o kimselerdim ve ne zaman ben oldum?” derken akıp geçen zamana fısıldarsın usulca: “Sahi! Nasıl geçtin böylece hoyrat… Ve bunca güzel şeyi yaşatıp ardında bıraktığın damla damla gözyaşları ile ne çok kimseler çaldın bu bedenden. Kimdim ben?”

Yıllardır söylenegeldiği gibi dünyanın en zor sorusu muydu kim olduğunu anlamak? Benliğimizde kaybolan hatıraları dile dökmekten utanmak ve dahası usanmak…

Yoruldun öyle değil mi?

Gece yastığına akıttığın gözyaşlarının sonu hiç gelmeyecek gibi. Ne seni anladılar ne de anlayabilirler. Nereden bilecekler ki ne çok şey koparıp götürdü insanlar senden. Her gelen verdiğinden çok daha fazla güzelliği çekip çıkardı içinden. Vurula vurula pişirdi seni, yüzünü dahi görmek istemediğin insanlar…

Belki de hâlâ can incitilmişliğin intikam duygusuyla hayalini kurduğun ve “Bir gün karşıma çıkarsa şöyle böyle diyeceğim!”li akıldan kalbe akan satırlar.

Kâğıda dökmekten utanıyordun ve usanıyordun. Yorgundu kolun, yorgundu bedenin, yorgundu anıların. O yüzden hep içine yazdın hiç durmadan: Ne yaşadım? Ne gördüm?

Anlamsızca yollara vurdun kendini… Kulağında kulaklıkla gidip geldin senden parçalar barındıran sokaklarda. Film şeridi gibi geçerken gözünden hatıralar, ne kadar kurtuldum desen de aslında hiç kurtulamadın.

Günlük bile tutamadın ama sokaklar ve dahası birçok insan şahitti sana. Dahası içindeki şahıslara…

Sen kimdin? Herkes kimdi? Oyun mu oynuyorduk? Her şey ne anlamsızdı öyle değil mi?

İnsanlar, “en son sürüm kendileri” ile bir dünya kuruyorlardı kendilerine. Kimi ahlaksız oluyordu, kimi serseri, kimi takvalı, kimi titizlik hastası, kimi kapalı kutu ve melankolik. Kimisi omzundaki yorgun hatıraları aynı sokaklarda bulmuştu ve sokaklardı yaşam alanı… Senin para uzatırken tiksindiğin o sarhoş adam, acaba neyin ızdırabıyla tutuşuyordu?

Canı mı yanmıştı? Can mı yakmıştı?

Görüntüsü içler acıtıcı olsa da dışarıdan tenkit gözlüğünle baktın ona hep. “Ne pis ne iğrenç…”

Peki ya sen? Peki ya ben? Dışımız mı daha temizdi içimiz mi? İçini dışına çevirsen hangisi daha göz alıcıydı?

Yüzündeki kusurları kapatmak ve gözyaşını saklamak adına yaptığın türlü şeyler içini ne kadar diri tutuyordu? Bir gözyaşı ile akıyordu oysaki yeniden makyajın… Kolundaki yara izine hiç girmeyeceğim bile…. Bak yine kendini saklayamadın…

Saklayamazdık kendimizi, içimizi ve kederlerimizi… Her ne kadar yüzün gülse de gözlerindeki yorgunluk kalbindeki kederleri hep ele veriyordu. Bir de alnında beliren satırlar…

Hayat bu ve benzerlerinden ibaretti.

Seni anlayamayacağından şikâyet ettiğin insanları da sen anlayamamıştın. Kendimizde olmayan şeyleri istemek konusundaki özelliğimiz her insanda ortaktı. Fabrika ayarlarına geri dönmekse imkânsız…

Kendi hayat tecrübelerinden yola çıkarak insanları okudun hep: Dar ve sığ bir bakışla.

İçine kapanık ve yüzünü yerden kaldırmayan bir insanı belki taciz belki tecavüzle suçladın. Mantıksızdı sana göre bu denli namuslu takılması. Bir şeyleri saklıyor olmalıydı. Psikoloji kitapları bunu öğretmişti çünkü sana ya da kişiliğine asla katkı sağlamayan kişisel gelişim romanları. O kitaplarda aynı fıtrata sesleniyordu oysaki: Belli ki aynı fabrikanın mahsulüydü tüm insanlık. Senin hatan yanlış kullanma kılavuzuna sarılmaktı.

Her serseri görünümlü insan gerçekten serseri miydi aslında?

Koluna taktığın ve “Her iyinin içinde bir kötü ve her kötü içinde bir iyi saklı” simgeli bilekliğin tezattı aklından geçenlere… “Serseri ise serseri gibidir, ötesi yok!” diyordu sözde yaşanmışlığın… Kim bilir belki dünyanın en iyi insanıydı senin kötü olarak yaftaladığın…

Hatalarından ders çıkartmayı öğrendin sanırken hâlâ suçluyordun insanları… Sıfırdan başlayamamıştın ki başkaları bunu başarabilsin… Eğer biri bunu başarmış ve karşına gülücükler saçarak çıkmışsa hemen başka manalara çeviriyordun içinde:

“Bana gıcıklığına böyle davranıyor.”

“Ben mutluyum imajı vererek aklınca beni kekliyor uyanık.”

“Yemişim bee daha geçen sene yemediğin nane kalmadı bırak bu namuslu ayaklarını…”

İç sesin bu ve benzeri olabilir miydi? Hıımm çok tanıdık geldi…

Ne çok insanla konuştum. Ne çok ben dinledim başka hayatlardan inanın unuttum.

Burada satırlara dökemeyeceğim acılar ve yaralar saklıydı yüreklerde, bedenlerde.

Dışı gibi olamıyordu insan. Dili gibi de değildi hiçbir zaman, bunu iyi anlamıştım.

Ne dışımız ne de sözcüklerimiz bizi anlatır olmuştu. İnsanlar korkuyordu günlük tutmaya. Ama bana anlatıyorlardı. O zaman anladım işte ne denli umuda ihtiyaçları olduğunu. Beni günlük yapmıştı hiç tanımadığım insanlar.

Birçoğu yüzündeki kızarıklıkla yazdığı şeylere cevap bulup minnettarlıkla gitmişti mesaj kutumdan… Artık ne mesaj atabilecektim ne ulaşabilecektim. Çünkü utanmışlığı ile engellemişti beni yaralı arkadaşım.

Karalamıştı birkaç satır ve gitmişti. Bense içimdeki benlere yepyeni bir ben katmıştım. Giden benlerime inat yepyeni benler. Bir metalcinin yaşantıları, bir satanistin ayinleri, bir tecavüzden geriye kalan gözyaşları, dayak yiyen bir kızın çığlıkları hep bende kalmış gitmişti.

Her günlüğün kaderi belliydi. En sonunda ya yakılır ya yırtılır ya da gömülürdü bir gün bulunmak üzere…

Ve her insanın kaderi aynıydı. Ya en sonunda yakılır ya yıkılır ya da gömülürdü yeni hayatta uyanmak üzere…

Yazının nihayetine gelmişken okuyucuma küçük bir not:

*Sakın insanlara bakarken kendinizi soyutlamayın.

Konuştuğunuz, eleştirdiğiniz, hayatınızdan çıkardığınız her insan biraz da kaçtığınız, korktuğunuz ya da kurtulmak istediğiniz bir “ben”inizdir. Kendinizden kaçmayın çünkü er ya da geç bir yerde karşınıza çıkabilir.

Ve kimseye dünkü gözünüzle bakmayın… Pişmanlıkları, utangaçlıkları, tevbeleri yalnızca Allah bilir…

*Sıfırdan başlayın. Kim ne der demeyin!

Unutmayın ki, “kim” dediğiniz o kimseler elbet bir gün toprak olacak. “Allah ne der?” deyin ve eğer hâlâ Allah ile tanışmamışsanız bir an önce tanışmayı deneyin. Seni terk etmeyeceğini bildiğin, seni hep dinleyeceğine inandığın, yorgunluklarında sığındığın bir yaratıcıya olan inancın, batıp gidenlerden çok daha samimi inan bana…

“Sıfırdan başlayayım diyorum ama yapamıyorum. Başaramıyorum en iyisi olduğum gibi kalayım.” da demeyin!

Şuna inanın: İnancınız için atacağınız her adım ve çırpınış, inancınızdan uzakta atacağınız her acıdan daha fazla keyif verir. En azından gözyaşlarınız boşa gitmez. Bir yerde birikir ve ahirette gülücükleriniz olarak karşınıza çıkabilir.

*Kullanma kılavuzun kişisel gelişim romanları olmasın, yenile kitaplığını… Kur’an’ı koy oraya ve oku mutlaka.

İlacınız fıtratınızda saklı unutmayın.

Tüm giden “ben”lerinize rağmen siz hâlâ oradasınız. Kalplerin elinde olduğu Allah’ın himayesinde…

Kalplerin sahibine emanet olun… Ve emaneti yanlış insanlarda harcatmayın vesselam…

İmza: Bir günlük

Ne çok hayat var öyle değil mi?

Satırlara dökülmekten utanılan… Sır gibi saklı kalan..

Birçok kişinin günlüklerde saklayabildiği hayatlar, senin için bir ayıptan öteye geçemedi yıllarca.

Utandın…

Bir günlük bile tutamadın. Çünkü hiçbir şey saklı kalamazdı. Bir gün er ya da geç okunacaktı sende saklı kalanlar.

Bir sen var bir de senden içeride bir yerlerde bambaşka şahıslar…

“Ben ne zaman o kimselerdim ve ne zaman ben oldum?” derken akıp geçen zamana fısıldarsın usulca: “Sahi! Nasıl geçtin böylece hoyrat… Ve bunca güzel şeyi yaşatıp ardında bıraktığın damla damla gözyaşları ile ne çok kimseler çaldın bu bedenden. Kimdim ben?”

Yıllardır söylenegeldiği gibi dünyanın en zor sorusu muydu kim olduğunu anlamak? Benliğimizde kaybolan hatıraları dile dökmekten utanmak ve dahası usanmak…

Yoruldun öyle değil mi?

Gece yastığına akıttığın gözyaşlarının sonu hiç gelmeyecek gibi. Ne seni anladılar ne de anlayabilirler. Nereden bilecekler ki ne çok şey koparıp götürdü insanlar senden. Her gelen verdiğinden çok daha fazla güzelliği çekip çıkardı içinden. Vurula vurula pişirdi seni, yüzünü dahi görmek istemediğin insanlar…

Belki de hâlâ can incitilmişliğin intikam duygusuyla hayalini kurduğun ve “Bir gün karşıma çıkarsa şöyle böyle diyeceğim!”li akıldan kalbe akan satırlar.

Kâğıda dökmekten utanıyordun ve usanıyordun. Yorgundu kolun, yorgundu bedenin, yorgundu anıların. O yüzden hep içine yazdın hiç durmadan: Ne yaşadım? Ne gördüm?

Anlamsızca yollara vurdun kendini… Kulağında kulaklıkla gidip geldin senden parçalar barındıran sokaklarda. Film şeridi gibi geçerken gözünden hatıralar, ne kadar kurtuldum desen de aslında hiç kurtulamadın.

Günlük bile tutamadın ama sokaklar ve dahası birçok insan şahitti sana. Dahası içindeki şahıslara…

Sen kimdin? Herkes kimdi? Oyun mu oynuyorduk? Her şey ne anlamsızdı öyle değil mi?

İnsanlar, “en son sürüm kendileri” ile bir dünya kuruyorlardı kendilerine. Kimi ahlaksız oluyordu, kimi serseri, kimi takvalı, kimi titizlik hastası, kimi kapalı kutu ve melankolik. Kimisi omzundaki yorgun hatıraları aynı sokaklarda bulmuştu ve sokaklardı yaşam alanı… Senin para uzatırken tiksindiğin o sarhoş adam, acaba neyin ızdırabıyla tutuşuyordu?

Canı mı yanmıştı? Can mı yakmıştı?

Görüntüsü içler acıtıcı olsa da dışarıdan tenkit gözlüğünle baktın ona hep. “Ne pis ne iğrenç…”

Peki ya sen? Peki ya ben? Dışımız mı daha temizdi içimiz mi? İçini dışına çevirsen hangisi daha göz alıcıydı?

Yüzündeki kusurları kapatmak ve gözyaşını saklamak adına yaptığın türlü şeyler içini ne kadar diri tutuyordu? Bir gözyaşı ile akıyordu oysaki yeniden makyajın… Kolundaki yara izine hiç girmeyeceğim bile…. Bak yine kendini saklayamadın…

Saklayamazdık kendimizi, içimizi ve kederlerimizi… Her ne kadar yüzün gülse de gözlerindeki yorgunluk kalbindeki kederleri hep ele veriyordu. Bir de alnında beliren satırlar…

Hayat bu ve benzerlerinden ibaretti.

Seni anlayamayacağından şikâyet ettiğin insanları da sen anlayamamıştın. Kendimizde olmayan şeyleri istemek konusundaki özelliğimiz her insanda ortaktı. Fabrika ayarlarına geri dönmekse imkânsız…

Kendi hayat tecrübelerinden yola çıkarak insanları okudun hep: Dar ve sığ bir bakışla.

İçine kapanık ve yüzünü yerden kaldırmayan bir insanı belki taciz belki tecavüzle suçladın. Mantıksızdı sana göre bu denli namuslu takılması. Bir şeyleri saklıyor olmalıydı. Psikoloji kitapları bunu öğretmişti çünkü sana ya da kişiliğine asla katkı sağlamayan kişisel gelişim romanları. O kitaplarda aynı fıtrata sesleniyordu oysaki: Belli ki aynı fabrikanın mahsulüydü tüm insanlık. Senin hatan yanlış kullanma kılavuzuna sarılmaktı.

Her serseri görünümlü insan gerçekten serseri miydi aslında?

Koluna taktığın ve “Her iyinin içinde bir kötü ve her kötü içinde bir iyi saklı” simgeli bilekliğin tezattı aklından geçenlere… “Serseri ise serseri gibidir, ötesi yok!” diyordu sözde yaşanmışlığın… Kim bilir belki dünyanın en iyi insanıydı senin kötü olarak yaftaladığın…

Hatalarından ders çıkartmayı öğrendin sanırken hâlâ suçluyordun insanları… Sıfırdan başlayamamıştın ki başkaları bunu başarabilsin… Eğer biri bunu başarmış ve karşına gülücükler saçarak çıkmışsa hemen başka manalara çeviriyordun içinde:

“Bana gıcıklığına böyle davranıyor.”

“Ben mutluyum imajı vererek aklınca beni kekliyor uyanık.”

“Yemişim bee daha geçen sene yemediğin nane kalmadı bırak bu namuslu ayaklarını…”

İç sesin bu ve benzeri olabilir miydi? Hıımm çok tanıdık geldi…

Ne çok insanla konuştum. Ne çok ben dinledim başka hayatlardan inanın unuttum.

Burada satırlara dökemeyeceğim acılar ve yaralar saklıydı yüreklerde, bedenlerde.

Dışı gibi olamıyordu insan. Dili gibi de değildi hiçbir zaman, bunu iyi anlamıştım.

Ne dışımız ne de sözcüklerimiz bizi anlatır olmuştu. İnsanlar korkuyordu günlük tutmaya. Ama bana anlatıyorlardı. O zaman anladım işte ne denli umuda ihtiyaçları olduğunu. Beni günlük yapmıştı hiç tanımadığım insanlar.

Birçoğu yüzündeki kızarıklıkla yazdığı şeylere cevap bulup minnettarlıkla gitmişti mesaj kutumdan… Artık ne mesaj atabilecektim ne ulaşabilecektim. Çünkü utanmışlığı ile engellemişti beni yaralı arkadaşım.

Karalamıştı birkaç satır ve gitmişti. Bense içimdeki benlere yepyeni bir ben katmıştım. Giden benlerime inat yepyeni benler. Bir metalcinin yaşantıları, bir satanistin ayinleri, bir tecavüzden geriye kalan gözyaşları, dayak yiyen bir kızın çığlıkları hep bende kalmış gitmişti.

Her günlüğün kaderi belliydi. En sonunda ya yakılır ya yırtılır ya da gömülürdü bir gün bulunmak üzere…

Ve her insanın kaderi aynıydı. Ya en sonunda yakılır ya yıkılır ya da gömülürdü yeni hayatta uyanmak üzere…

Yazının nihayetine gelmişken okuyucuma küçük bir not:

*Sakın insanlara bakarken kendinizi soyutlamayın.

Konuştuğunuz, eleştirdiğiniz, hayatınızdan çıkardığınız her insan biraz da kaçtığınız, korktuğunuz ya da kurtulmak istediğiniz bir “ben”inizdir. Kendinizden kaçmayın çünkü er ya da geç bir yerde karşınıza çıkabilir.

Ve kimseye dünkü gözünüzle bakmayın… Pişmanlıkları, utangaçlıkları, tevbeleri yalnızca Allah bilir…

*Sıfırdan başlayın. Kim ne der demeyin!

Unutmayın ki, “kim” dediğiniz o kimseler elbet bir gün toprak olacak. “Allah ne der?” deyin ve eğer hâlâ Allah ile tanışmamışsanız bir an önce tanışmayı deneyin. Seni terk etmeyeceğini bildiğin, seni hep dinleyeceğine inandığın, yorgunluklarında sığındığın bir yaratıcıya olan inancın, batıp gidenlerden çok daha samimi inan bana…

“Sıfırdan başlayayım diyorum ama yapamıyorum. Başaramıyorum en iyisi olduğum gibi kalayım.” da demeyin!

Şuna inanın: İnancınız için atacağınız her adım ve çırpınış, inancınızdan uzakta atacağınız her acıdan daha fazla keyif verir. En azından gözyaşlarınız boşa gitmez. Bir yerde birikir ve ahirette gülücükleriniz olarak karşınıza çıkabilir.

*Kullanma kılavuzun kişisel gelişim romanları olmasın, yenile kitaplığını… Kur’an’ı koy oraya ve oku mutlaka.

İlacınız fıtratınızda saklı unutmayın.

Tüm giden “ben”lerinize rağmen siz hâlâ oradasınız. Kalplerin elinde olduğu Allah’ın himayesinde…

Kalplerin sahibine emanet olun… Ve emaneti yanlış insanlarda harcatmayın vesselam…

İmza: Bir günlük


 
 
 

Commenti


Tanıtılan Yazılar
Daha sonra tekrar deneyin
Yayınlanan yazıları burada göreceksiniz.
Son Paylaşımlar
Arşiv
Etiketlere Göre Ara
Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page