DOST İSTERSEN ALLAH YETER
- Nur Tuba Yaşa
- 28 Ara 2017
- 3 dakikada okunur

DOST İSTERSEN ALLAH YETER
Çook eski bir zamanda bir baba oğluna sormuş:
“Oğlum senin kaç dostun var?”
Oğul: “Ohooo yüzlerce, baba.”
“Oğlum yüzlerce dost olur mu? İnsanın bir iki dostu olur ömrü boyunca. Bak benim bir tane var. Sen dostum dediklerinin dostluğuyla sınandın mı?”
Oğul: “Hayır. Gerek de duymuyorum. Onlar ömürlük dostlar.”
Baba: “Peki var
mısın dostlarını sınamaya? Madem hakiki dostlar öyleyse her zorlukta yanında yer almalılar. Sınanmayan dostluk olmaz.”
Oğul: “Sınayalım lakin senin gönlün olsun diye. Ben sonucu biliyorum baba. Peki ne yapacağım?”
Baba: “Şu ilerdeki çuvalı ve bahçedeki 3 tavuğu getir. Tavukları kes ve çuvala doldur. Ardından tüm dostlarını gez ve ‘İstemeden bir cinayete bulaştım. Nefsi müdafaa idi, ancak olay üzerime kaldı. Bana yardım et.’ diyeceksin.”(*)
Oğul “Bunda ne var baba yaa bak izle hepsi derdime ortak olacak.” der ve en yakın dostlarından başlayarak bir bir kapıları çalar. Çaldığı her dost birer birer yüzüne kapıyı kapar. “Başıma iş açma, aileme ne hesap veririm, beni bulaştırma, suçsuzsan niye geldin demek ki suçlusun uzak dur.” Ve benzeri çokça söz işitir genç.
Peşinden gelir boynu bükük şekilde babasına ve ekler: “Bir dostum var demiştin hani? Bir de ona gidelim mi baba?”

İnsanoğlu yapayalnızdır bu Dünya’ya geldiğinde… Güvenebileceği belki de tek insanın bedeninden bambaşka bir hayata ısrarla gitmek ister. Acelecidir, vakti gelmişse durması mümkün değil…
Bilmediği bir âlemde bilmediği bir kucağa düşer ilk önce. İlk tokadı o ellerde yer… Ardından ciğerlerini yakan bir gaz doluşur içine ve bu sızıyla ağlamaya başlar. Bilmez ki hayatının ilk dersidir bu ve ölene dek aynı denklemle boğuşacaktır insanoğlu…
Seneler geçer, her defasında ısrarla bambaşka şeyleri keşfetmek ister. Elini her uzattığında bir engel çıkar karşısına “Yapma!” der. Israrcıdır insanoğlu, başına buyrukluğu her daim devam eder.
Bir kelebek değildir en nihayetinde, günübirlik yaşamaz hayatı; tecrübeleri anne karnında değil, anne kucağından ayrıldığında edinir. Bu yüzden hep cahildir.
Keşfetmek ister… Zaman geçtikçe bambaşka insanlar tanır. Her birine farklı sıfatlar yakıştırır. Bazılarına dost der. Lakin her bir dostta kendi döneminde sıkışıp kalır. Çocukluk, ilkokul sıraları, lise yılları, üniversite, iş hayatı, sürer gider. Ama her biri zamanın bir yerinde takılı kalmıştır.
*En güvendiklerimiz genelde yolun bir yerinde yarım bırakmıştır.
Tanışmışsındır: “Dost Kazığı” denilen şey.
*Yediği darbelere rağmen birilerine tutunmak ister insan. Yeniden dostlar edinir, yeni sırlar edinilir. Zamanı geçince pazara çıkar bu dostlar ve her bir sır teker teker satılığa çıkar.
Tanıştırayım: “Menfaat Dünyası” tesellisi ile sineye çekilir bu kazıklar.
*Bir şeylere dayanmak, birilerine içini anlatmak hepimizde vazgeçilmez bir özelliktir. En anlatılacak kişiye (annemize belki ailemize) anlatamayız dertlerimizi. Çünkü onlar da bize göre kendi gençliğinde sıkışıp kalmıştır. “Jenerasyon farkı var.” desek de tekerrürden ibaret olan bir gerçek daimidir: “Dostluklar gelip geçicidir; kimse ailen gibi değil.”
Ne acı ki inancımıza rağmen bu ızdırabı yaşarız. Adımız gibi bildiğimiz kardeşlik ve din bağları dahi lafta kalır çoğu zaman. Belki dini yalancı dostluklarımıza alet ederiz. “Allah aşkı üzerine ‘sağlam’ bina edilmemiş hangi dostluk ebedi kalabilir ki?”
Seni yarım bırakıp gidecek bir dünya hayatı varken dostluğum baki dersin… Ne gülünçtür ki sokak kavgalarında bıçakların önüne atlayan arkadaşın, en zorda olduğun zamanda seni bırakır gider.
“Bundan daha zoru var mıdır ki? Benim için canını ortaya koydu.” dediğin dostun; ecel geldiğinde cenaze namazını kılıp gider. Sonsuz bir hayata dair temelleri olmayan bir dostluğa biçilen “baki” kelimesi, Azrail’in ölüm darbesi ile sonlu olmuştur artık. Vaziyet böyleyken “DOST” kelimesi de ne denli yalancı ve yabancı…

Dostluk sözlerini ezbere belledik. Çoğu söz ise “Allah dostu” kişilere aitti. Demek ki dost kelimesinin kabir ile noktalanamayacak bir manası daha vardı; belki de bu mana kelimenin “tek ve tam manası”ydı. Baki olana dönük her histe yaptığımızı dostluklar için de yaptık. Aşk gibi yetim kaldı dostluk da. Sonsuzu sonlu kıldık.
Demek ki DOST kavramı aşkta olduğu gibi tek bir zata bakmalıydı: Allah’a…
Böylece ne dost kazığı kalacaktı ne de menfaat uğruna bir çaba…
Gerçek dostu arayan, dosta giden yolda “Allah dost”larını arayanlarla bir olmalı… Lakin unutmamalı ki kuzu postuna bürünmüş kurtlar da daimi olacaktır. İmtihan sırrı der buna inancımız. Şeytan musallat olmadıkça ölçülür mü gerçek dosta dostluğumuzun derecesi? Bakacak elbet, yarı yolda bırakacak mı? Sonsuz için çile çekecek mi diye.
Gün gelecek aynı safta secdeye gittiğin gelip vuracak hançeri sırtına. “ahh” etmeyeceksin.
Hz Zekeriyya’yı testereyle iki ayırırlarken: “Ahh çekersen seni peygamberler defterinden silerim.” dedirtecekti dosttan gelen imtihanın derecesi.
Hz. Osman’ı, Hz. Ali’yi şehadete götürecekti sözde aynı istikamette pusuya yatmış kurtlar. Zübeyir Bin Avvam’ları katledecekti…
Ama ne DOSTluğa leke düşecekti, ne davaya… Dostluk Baki olanaydı hatırla.
Bir bir vursa da sırtından can dediklerin; kıble bir, dost bir, ahiret bir sakın unutma…
Allah yolu diye yola çıktıklarından “ahh” etmeyip, “Rabbimin imtihanı, dostluğumuzu sınıyor.” demekle teselli bulacaktık. Böylece pişecekti dostluğumuz en nihayetinde Cemalullah ile buluşmaya can atacaktık.
“Dost istersen Allah yeter. Evet, O dost ise her şey dosttur.” (Mektubat, Bediüzzaman )
Yoluna devam et. Sırlarını ise Rabbinden başkasına açma… Unutma burası bir han. Ne hanın adı “Dost Meclisi” ne de her konaklayan dost bunu unutma.
Dosta dönsün yüzün… Güneş’in yansıdığı her cismi, Güneş’e bakıyor sanma.
Dua ile…
(*)Hikayedeki hiçbir tavuğa zarar verilmemiştir.

Bình luận