top of page

Kimliğini Düşürmüşsün Bay’ım

  • Nur Tuba Yaşa
  • 23 Ara 2017
  • 5 dakikada okunur

Kimliğini Düşürmüşsün Bay’ım

90’lı yıllarda çocuk olmak diye bir deyim vardır. Hani sokaklarda koşturmaktan, oynamaktan evin yolunu unutmuş, belki defalarca kaybolmuş; ama akşam yiyeceği tokattan haberdar, dayak arsızı çocukların zamanı…

Kiminiz duydunuz, kiminiz son deminde yetiştiniz, kiminiz 80’lerden kalma çocukluğumun devamı dediniz, kiminiz ilk çocuğunun telaşındaydı, kiminiz torun telaşında, kiminizse ben gibi en başında yakaladınız o zamanları… Hani deriz ya eski zaman farklı diye… Evet farklıydı…

Sokaklarda rahatça oynardı çocuklar. Sanki baba eli tutmuş gibi emin adımlarla bakkala gidebilecekleri komşu amcaları olurdu onların. Sabah okula giderken haftada iki kere mahallene uğrayan sütçü amcanın “Günaydın”ıyla ovuştururduk gözlerimizi. “Babana selam söyle” diyerek uzaklaşırdı yanından…

Evet tanırdık birbirimizi… Bakkal amca’dan tut, sütçü’ye; fırıncıdan tut, babanın saatlerce takılı kaldığı kahvenin sahibine; annenin ayda bir gidip veresiye penye ya da dantel iplikleri aldığı züccaciyeci teyzeye kadar herkes tanırdı birbirini… Koca bir mahalleydi belki ama sanki kocaman bir aileydi sokaklar ve dahası okul yolları… Sırlar aşikardı, aslında adı sadece sır diye kalmıştı. Sırlar olmaz, ortak dertler olurdu arkamızda… Bir sır varsa mahallenin sırrıydı ve hatta meselesi… Yardıma ihtiyacı olan birinden tut, aylık ekmek borcunu ödeyemeyen mahalle sakinine kadar herkes tek yumruk hareket ederdi. Birinin kızına yan gözle bakmak şöyle dursun, sokağında iki gün üst üste beklemek bile büyük mesele kabul edilirdi.

Bilemiyorum… Belki de ben nasipli çocuklardan olmuştum. Şimdiki çocukların ve gençlerin Tv dizilerinden görüp gıpta ettikleri zamanı tattım. Belki çoğunuza göre fazlaydı anlattıklarım, ama bir şeyi yakaladım çoğunuzun zihninde diye düşünüyorum… Bir film karesi gibi… Hani yanaklarının kenarındaki küçük tebessümün sebebi olan şey: Samimiyet, gerçekçilik ve saflık…

Bunları TV’lere gömdük dedik yıllarca. Büyüklerimizin ağzında dolanan ama asla evlerden cesaret edip çıkartılamayan aptal kutusunun esiri olan çocukların nesli yetişmişti çoktan… Önceleri TV izlemek şöyle dursun başını yorganın altından uzatınca terliği yiyen bir nesildik. TV izlemek mi dedin? Nerede… Ama şimdiki çocuklara bakıyorum Gece yarılarına kadar TV başında o diziden o diziye, her türlü ahlaksızlığı, edepsizliği yaşayarak büyüyorlar… Dahası bizim büyüklerimizin yanında utanarak izlediğimiz televizyonu; artan ve durmak bilmeyen arsızlığına rağmen göz ayırmadan seyredebiliyorlar. Az önce anlattığım 90 lı yıllar mahallelerini dizilerde seyredip, sanki hikayeymiş gibi baside indirgiyorlar. Dışarıda oyun oynamak mı? Aslaaaa! “Kimseye güvenemezsin çocuğum, kapının önünden götürürler seni sonra” kodlaması ile büyüyen, güvensiz, sorumsuz, cesaretsiz, sahte bir nesil… Evet sahte bir nesil diyorum. Çünkü iş televizyon fitnesinden çıkıp sosyal medya denen bir illetle zirve noktaya vurdu maalesef.

Hayatımıza giren her yenilik bir şeyleri söküp götürüyordu bizden hızla. Ve buna bizzat izin veriyorduk. Daha 7 yaşındaki çocukları bilgisayar başına oturtup, 20 yaşında bir insanın bilip bilemeyeceği tüm gerçeklerle karşı karşıya bırakıyorduk. Hani derler ya büyümüşte küçülmüş diye. Hayır! Çocuklar artık devamlı küçülüyorlardı. Büyüdükçe daha fazla küçülüyor, edepten yoksun, sahte, doyumsuz bir hal alıyorlardı. Ergenlik çağlarına dayandıklarında saldırgan, kontrol edilemeyen ya da “Dünyanın merkezi benim!” modunda yaşayan, sanki 40 yaşında adam misali ben her şeyi biliyorum tavırlarıyla burun kıvırıyorlardı. Evlilik mi dedin? Buna zaten gerek yok, o yaşaması gereken her şeyi daha çok küçük yaşlarda ebeveynlerince verilen teknolojik fırsatlar sayesinde yaşamıştı bile…

Her asrın bir fitnesi vardı. Ve bu asrın en büyük fitnesi olarak bela etmiştik başımıza bu sahte ve sanal hayatı… Sosyal medyada tanıdığımız insanlar, her şeyimiz olmuştu bir anda… Annen mutfaktan seslendiğinde “Ya bir dur offf geliyoruz patlama.” diyebilecek kadar canavarlaşmıştı insan.

Kendinden çok başka, daha evvel tecrübe ettiği sanal dostlarına benzeyerek bir karakter edinme çabası almıştı gençliğin dünyasını… Evet biri olmalıydı ama kim?

Herkes sahteydi biliyordu. Okuldaki ya da iş yerindeki arkadaşı bambaşkaydı o alemde… O da bu yalana kapılmalıydı. Kendi olmamalıydı. İtilmiş ve görmezden gelinmiş benliğini, en güzel şekliyle koymalı ve yansıtmalıydı orada. Popüler olmalıydı. Her yazısıyla duruşuyla hayranlık uyandıracak biri olmalıydı.

Kopyala yapıştırlarla taklide girecekti önce… Eeee birileri ondan evvel, onun henüz olamadığı ama hep hayalini kurduğu mizaca bürünmüştü, kırpmalıydı ondan bir şeyler… Bu şekilde sürüp gidecekti misaller. Birde bu kirli Dünya içinde, kendi kirini örtbas edip salihalık rolüne girecekti belkide. Hz. Meryem’den Hz. Yusuf’tan dem vurup Ebu Cehil’le sırt sırta vermiş insancıklar. Kirli hayatlarını arındırmak adına, şizofren kurgularıyla sanal dünyalarında bu insanları da kullanacaklardı maksadları için. Başaracaklardı da… Ama anlayacaktı birileri bu çiğliği en nihayetinde. Eee hangi sosyal alem verebilirdi ki insan sarrafı olmanın sayısız altın kuralını…

Meryem’den dem vurup, Yusufları avlama peşinde Züleyhalar görecektin; Yusuf’dan dem vurup pusu kurmaya çalışacaktın Nemrut misal Asiyelere… Anlayamayacaktın hiçbir zaman bu sahteliğinle Yusufları ve Züleyhaları; dahası Züleyha iken Züleyha olanları… Ya da benden Meryem mi olur derken Hz. Asiye’yi unutuverecektin. Meryem olamasakta, Nemrudun eşi olan ama samimi bir tevbe ile Kur’An’da yüzyirmidörtbin peygamberin arasından sıyrılan Asiye’yi es geçecektin.

Hep o asr-ı saadet insanlarından paylaşacaktın durum güncellemelerini. Ama Hz. Aişe’nin tesettürüne iffetine gelince, paylaşımlar işine gelen kısımlardan olacaktı. Hz. Yusuf’tan bahsederken iffeti iffetinmiş gibi övünen genç adam! Tüm çiğliğinle bağıracaktın farkında olmadan hakikatı.

Süt annesinin kocası, evine gelen Hz. Aişe perde arkasına saklandığında Resulullah seslenecekti:”Aişe o senin süt amcandır gel buraya saklanmana gerek yok”. Aişe validemiz cevap verecekti Gül Peygamberine iffet dolu sözleriyle:”Beni emziren onun hanımıydı, o değil!” (1)

Bir başka gün sahabeden biri gelecekti küçük hücresine Aişe validemizin, yine beklenen duruşu sergileyecekti ve koşacaktı perde ardına… Sahabe soracaktı: “Ey Aişe bilmez misin ben körüm neden saklanırsın?” Aişe cevap verecekti:” Sen beni görmezsin ama ben seni görürüm, Allah’tan korkarım.”

Bu insanları anlatıp koyacaktık yüzümüzün el dikkat çektiği resimleri profillere… Belki tesettürlüyüm ben ya diyerek sakladığın eşarplı fotoğrafının yanında açık kardeşinin saçları uçuşurken çektiğin fotosuyla poz verecektin, bin gururla! Doğruya erkeklerde bakmamalıydı ama… Nefsini temize çıkarmak için her bir taraf diğerine atacaktı topu. Ama şeriat kadın içinde erkek içinde birdi. Ne Aişe için olan kanun Yusuflar için, nede Yusuflar için olan kanun Aişeler için farklıydı. İffet tek tipti.

Önceleri mahallemizdeki açları sormadan uyumayan, kim aç kim değil kahvede sormadan, araştırmadan eve gelmeyen babaları gören nesil. Şimdi lokantalarda yediği enfes yiyecekleri sokacaklardı gözlere, unutacaklardı asr-ı saadetten bir tabloyu, unutacaklardı Ebu Hureyre‘nin (radiyallahu anh) naklettiği o güzide olayı:

Aç biri gelecekti bir gün Resulullah’ın yanına “Açım ya Resulullah çok açım”. Resulullah tek tek soracaktı hanımlarına, hepsinden aldığı cevap tek olacaktı:”Sadece suyumuz var Ya Resulullah”. Efendimiz (aleyhisselatu vesselam) dönecekti sahabelerine ve soracaktı; var mı bu akşam misafir etmek isteyen. Bir sahabe atılacaktı oradan ve evine götürecekti. Karısı “Evde çocuklara yetecek kadardan başka bir şeyimiz yok, eğer misafire verirsek çocuklar aç kalır” diyecek ama adam “sen çocukları oyala hanım, gelen Resulullah’ın misafiridir. Lambayı yakar gibi yaparsın yakmazsın. Bize de tabak koyarsın yer gibi yaparız karanlıkta bir şey anlamaz. Karnı doyar gider. Bizde uyur açlığımızı unuturuz”

Hal böyleyken böyle olacaktı işte. Asr-ı saadetten paylaşacaktık sosyal alemde. Misafirliklerde anılıp bir Fatiha verilecekti akabinde. Ya da en son saflığımızın kaldığı 80-90 lı yıllar samimiyetinde, yardımlaşmasında, dayanışmasında anlatılacaktı benzer örnekler. Ama sosyal medya’ya gömecektik çoktan kimliğimizi. Ve bununla da kalmayıp bizden sonra gelecek nesli yok edecektik.

Ve bir gün biri daha çıkıp anlatacaktı belki benim gibi… “2010’larda Dünya şöyle böyle güzeldi Ne zaman değişti?”

“Ey insanlar, haberiniz olsun ki, Allah’ın va’di muhakkak gerçektir; sakın o dünya hayatı sizi aldatmasın ve sakın o aldatıcı şeytan, sizi Allah’a karşı aldatmasın!” (Fatır Suresi- 5.Ayet meali


 
 
 

Comments


Tanıtılan Yazılar
Daha sonra tekrar deneyin
Yayınlanan yazıları burada göreceksiniz.
Son Paylaşımlar
Arşiv
Etiketlere Göre Ara
Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page