Beni Allah Tutmuş, Kim Eder Azad?
- Nur Tuba Yaşa
- 28 Ara 2017
- 4 dakikada okunur
Beni Allah Tutmuş, Kim Eder Azad?

Derdim bazılarınızın ne kadar itiraz edersek edelim, iddia ettiği ve edeceği gibi siyaset yapmak değil.
Hoş, bunu anlatmaya ne kadar çalışırsak çalışalım, Filistin’i müdafaa edişelerimizi nasıl siyasi görmüşseniz bu diyeceklerimi de aynı kafa da karşılamanız olası…
O yüzden bugün cümlelerim, hayata yalnız dünya penceresinden bakan, siyasette kaybolan, ahirete imandan yoksun ve dünyaya saplanıp kalmışlara değil. Bugün edeceğim her kelam ehl-i imana mahsustur.
Evet, Üstadım Bediüzzaman Hazretleri umuma seslendiğinde arkadaşlar derdi. Ben bugün vatanına, bayrağına, ezanına, dinine bağlı ve her koşulda müdafaa eden ihvanlarıma sesleneceğim. O yüzden hitabım arkadaşlara değil kardeşlerime mahsustur. Bir de hâlâ vicdanı olanlara…
Üstünlüğün yalnızca takvada olduğuna, kelamda değil kalpte iman eden ve ayete hadsizlik edip birbirine üstünlük taslamaktan tir tir titreyen; Arap, Türk, Çerkez, Laz, Özbek, Zaza, Kürt kardeşlerim!
Biz Bilal-i Habeşi’yi köle pazarlarından satın alıp başa taç etmiş sahabelerin izindeyiz.
Mekke’den Medine’ye göç eden muhacirleri kucaklayan ensar gibi, hiç düşünmeden “kardeşim” diyen bir ümmetin çocuklarıyız.
Kurtuluş Savaşı’nda bu vatanın kurtulmasında 10.000 şehit vererek ilk sıraya yerleşen bir millete, Suriye’ye kucak açmış vefa milletiyiz.
Hz. Ömer’in dahi kılıç çekmekten uzak durduğu, İslam’ın bayraktarlığını yapmakla müjdelenmiş Fatih’in torunlarıyız.
Muhammed-ül Emin lakabı ile anılan ve düşmanlarının dahi, malını, mülkünü, ailesini emanet edebildiği bir peygamber(a.s.m.)in; aynı ahlakla anılan imparatorluğunun yani Osmanlı’nın devamıyız.
Tarihinde, zulme uğrayan Yahudileri dahi kucaklamaktan çekinmeyen ya da diğer ülke krallarının sığınıp “Sultan Süleyman bize yardım et.” diyebildiği peygamber ahlaklı bir devletin meyveleriyiz. Öyle bir lâkaba sahip peygamberin elbette müjdelediği Sultan’ın (II.Mehmet) devleti de o sıfat ve lakaba yaraşır olacaktır.
Peki ya Sonra Ne Oldu?
Osmanlı İmparatorluğu gibi tüm Müslümanları kucaklayan bir devletin, menfi milliyetçilik (olumsuz-ırkçılığa dayalı) gibi düşüncelerle nasıl yıkıldığına şahit olmuş ve ne yazık ki bundan ısrarla ders çıkarmayan insanlarıyız.
Gözümüzün açılması için büyük bir tokat olan Çanakkale gibi bir harbe giren ve orada yine, yeniden kardeş olduğumuzu hatırladığımız bir tarihe sahibiz. Irkı ne olursa olsun sırt sırta çarpışmış. Bununla da kalmayıp düşman dediğimiz insanların cesetlerini siperlere taşımış bir merhamete sahibiz. Böyle bir ecdadın torunları bölünmeye hiçbir surette dahil olamaz. Zira böyle bir fikre ya da düşünceye az da olsa taraf olmak dahi, Resulullah’ın son vasiyetine yani veda hutbesine hürmetsizliktir.
Değil ki kendi vatandaşına silah doğrultmak ve bozgunculuğa sebep olmak, bu bir Müslüman’ın adabı değildir. Ülkemizi içerden bölemeyen, kardeşliğimize gölge düşüremeyen ve planları bu noktada yetersiz kalan firavunların; ülkemizi yerle bir etmek adına yaptığı her plan, elbet göklerden gelen kararla yerle yeksan olacaktır.
Ne diyordu Bediüzzaman hatırla: “Hakiki bir müslüman, samimi bir mü’min hiçbir zaman anarşiye ve bozgunculuğa taraftar olmaz. Dinin şiddetle menettiği şey fitne ve anarşidir. Çünkü, anarşî hiçbir hak tanımaz; insanlık seciyelerini ve medeniyet eserlerini canavar hayvanlar seciyesine çevirir.”(1) Bu tuzağa ne olursa olsun düşmeyelim kardeşlerim. Kıblesi bir olan bir milletin kardeşi, soyundan gelen değil; Peygamber yolundan giden olmalıdır. Bunu artık idrak edelim.

Hani diyorduk ya darbe girişimi gecesinden öncesine kadar: “Bunlar mı kurtaracak bir şey olsa ülkeyi? Herkes birbirini yiyor, bunlar mı ümmet bilincine sahip millet?” Evet, ittihad-ı İslam’a inanamayan ya da “Olacak tamam da bu kadar dağınıklıkla nasıl gerçekleşecek?” diyerek Allah’ın işine karışan ve hatta “Allah nurunu tamamlayacaktır.” kelamına maalesef yürekten inanmayan ya da inancını kaybetmiş kardeşlerim!
Üstümüzdeki ölü toprağı bir şey ifade etmez. Tüm kıymetli madenler toprağın altında saklı değil midir zaten?
15 Temmuz 2016 gecesi itibariyle Çanakkale ruhunun bu millette nasıl diri olduğuna hepimiz şahit olduk. Irkı ne olursa olsun tüm Müslümanlar milli iradesine ve ecdadına sahip çıkmak için indi cihad meydanına. Bu, şüphede olan herkese ve dahası hepimize bir tokattı. Bir kere daha gösterdi Cenab-ı Hak bitmek bilmez ezan, vatan sevdamızı? Hem demiyor muydu şair: “Bizler ki aynı kitaba baş eğmiş insanlarız. Bizden âlâ akraba mı olur?” diye.
Peki neydi bunca zalimliği yapan ve yıllarca milletim, dinim diye insanları kandıranların çıkarı?
Ne olmuştu da bunca ilme rağmen böylesine sapmışlardı yoldan?
Elbette her noktada bize örnek teşkil eden Resulullah’ın hayatında buna da cevaplar vardı:
Ebu Cehil’i bilmeyenimiz yoktur. Ebu’l Hakem adıyla bilinen ve Arap Dünyasının kendi dönemindeki en akıllı, en fazla ilim sahibi olan insanı…
Bir profesörün ilmini, ona katlayacak bilgiye sahipken nasıl düşmüştü bunca zulme? Nasıl katletmişti sayısız müslümanı?
“Allah’a inanmam, (haşa!) basit bir çobanın hakkı mıydı peygamberlik? Benim gibi ilmi, zenginliği yerinde olan varken!” diyerek hiddetlenmişti cehlin babası. Demek ki mesele ilim bilmekte değildi.
Zaten son günlerde ortaya çıkan şehit ve gazi bilançosu da böyle bir cehlin sonucuydu. Neye yaradı ilimleri? Neye yaradı zenginlikleri? Neye yaradı arkasına gizlendikleri sözde vatanperverlikleri?
“İnsanlar helak oldu, ancak alimler kurtuldu. Alimler de helak oldu ancak, ilmiyle amel edenler kurtuldu. İlmiyle amel edenler de helak oldu, ancak ihlas sahibi olanlar kurtuldu. İhlas sahibi olanlar da büyük bir tehlike içindedir.”(2)
Resulullah’ın hadis-i şerifi bize güzel bir mizan veriyordu aslında…
Öyle kolay değildi ilimle din insanı olmak. Unutmayalım ki Şeytan da âlimdi ama zalim oldu!!
Ebu Cehil gibi kıydı ve kıydırdı canlara…
Ümmet hâlâ barındırıyor içinde ins-i şeytanları…
Zalimliklerinin çıkış noktaları ise benliklerinde yani “ene”de saklı.
Bediüzzaman hazretlerinin dediği gibi “Binler fünûnu bilse de, cehl-i mürekkeble echeldir.”(3)
Muhammedü-l Emin Lakabı nasıl hâlâ ümmetinde diri ise, elbet Ebu Cehillik de diri olacak. Tarih tekerrürden ibaret. Bir tane değil artık Ebu Cehil, binlercesi var. Gençlerimizi zehirleyen dini hislerimizi istismar eden…
Zulme rıza zulümdür. Ve zulme rıza göstermeleri cihetiyle dışarıdan gelen her malumat nefislerindeki çirkin renklere boyanacaktır. Yani secdeye de kapansa başın, şehit kanı bulaşmışsa eline zalim olarak kalacaksın. Bu dünyada fark edilmesen bile ahirette tarafın kimden yanaysa onun ile haşrolacaksın.
Sığınma hiç polisim, askerim şehit oldu laflarına; sığınma hiç demokrasi cümleleri arkasına gizlenerek kendini kamufle etme çabalarına! Milletini kandırabilirsin ama, ahirette münafıklar zümresinde haşrolacaksın. Ve zalimliğinle elbet kafirlerin bile altında yanacaksın..!
Elleri kana bulaşanları bu millet unutmayacak.
Zulme rıza göstereni de tarih satır satır yazacak.
Ömrü memleket zindanlarında geçen ve genç yaşında gönüllü alay komutanlığı yaparak vatanına sahip çıkan Bediüzzaman hazretleri, bize Türklük adı altındaki sahte insanların kimliğini ifşa etme yöntemini şu cümleleriyle bildirir:
“Ben bakıyorum; kim bana zulmediyor, dikkat ediyorum, onlar katiyen Türk değiller. Çünkü, hakiki Türklerde zulmetmek damarı yoktur. Bana zulmedenler, Türklük perdesi altına girmiş başka millettendir.”
Zulme taraftar olan, ses çıkarmayan, hâlâ “Aralarında iyi insanlar var.” mantığıyla yaklaşanlar bu cümlelerinizi kaç şehidin kanıyla aynı mizana koyduğunuzdan haberiniz var mı? Kaça sattınız yerde yatan cengaverlerin vatanperverliğini? Yoksa siz de savunduğunuz zalimler gibi başka milletin kanından mısınız?

Ey Müslüman kardeşim! Ey Mazlum kardeşlerim!
“Sen bir devsin, yükü ağırdır devin!
Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!
Mehmed’im, sevinin başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!”(4)
Tüm Mazlumlara: Ya Mazlum & Zalimler İçin Yaşasın Cehennem!
(1)Bediüzzaman Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, sy, 556.
(2)Aclunî, Keşfü’l Hafa, 2/280 no: 2795.
(3)Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Otuzuncu Söz, Birinci Maksad.
(4)Necip Fazıl Kısakürek, Zindandan Mehmede Mektub
Comentarios