top of page

Yaratılmamış Yaratıcıyı Kim Yarattı?

  • Nur Tuba Yaşa
  • 26 Kas 2017
  • 5 dakikada okunur

Yaratılmamış Yaratıcıyı Kim Yarattı?

Şimdi hep birlikte çocukluğumuza inelim ve yeni yeni hayatı anlamlandırmaya çalıştığımız zamanlarımıza bir göz atalım. 0-7 yaş grubu, konuşmaya başlayan çocuklarda ebeveynlere yöneltilen sorulardan birisi de şudur: “Anne, Allah’ı kim yarattı?” Evet, eğer bu yazıyı okuyanlar arasında anne baba ya da kardeşi olanlar varsa muhtemelen bir tebessüm oluşmuştur yüzlerinde… Peki, Bu soruyu sadece çocuklar mı soruyor? Hiç zannetmiyorum. Maalesef bir çok insan bu soruya net bir cevap bulamıyor ya da cevabını bulamadan göçüp gidiyor.

Bahsini ettiğimiz yaşlarda bu soruyu soran çocuklarımızı anlamak mümkün elbet… Ama bu soruyu ısrarla sormaya devam eden bir grup daha var: Ateistler… Ve Ateist kesimin fikir babalarından sadece bir tanesi olan Richard Dawkins geliyor aklıma bu noktada… Bir kitabında, Yaratıcının varlığının mümkün olmadığını çünkü yaratıcının karmaşık bir tanımının olduğunu, bu sebeple cevap bulunamayacağını, sonuç olarak yaratıcının olmadığını vurguluyor. Ünlü Felsefeci John Lennox’un tepkisi ise yazımı destekler surette, “Bu çok çocukça bir açıklama, sizin gibi bir bilim insanından bunları duymak şaşırtıcı…”

Kendi toplumumuz üzerinden düşünecek olursak, aslında bu soruyla karşılaşmamız olağan… Çünkü biz ezbere yaşamaya alışmış; aileden, çevreden ne duymuş ve öğrenmişse hafızaya kodlamış, kelimelerdeki manaya değil, kuru cümleleri öğrenmeye odaklanmış bir kuşağız. “Bir yaratıcı var, emirleri var bunları yapacaksın yoksa Allah çarpar.” telkinleriyle büyütülmüş ve maalesef Rabbini takliden tasdik eden insanlar olmuşuz.

Bu ve benzeri hastalıklarımızın teşhisi için sorunun kökenine inmekte fayda var. Bu soru Yaratıcıyı nasıl tanıdığımıza kapı aralayan bir soru. Senin için yaratıcı nedir? Eğer kendi zihninde tasavvur edebildiğin kadarıyla ise muhtemelen gördüğün Dünya ve teleskopla incelediğin galaksimiz boyutuyla bir yaratıcı kuruyorsun kafanda demektir. Ne güzel derler büyüklerimiz: “Herkesin hayalleri dünyası kadardır.” Ama yaratıcı tanım itibariyle gördüğün ve göremediğin tüm alemleri yaratabilecek, idare edebilecek bir kudrete ve ilme sahip olmalıdır.

Evet, tanım itibariyle odaklanmaktan bahsediyorum. Zira John Lennox’un serzenişi de buna karşı bir duruş aslında… Bilim Felsefesini yakinen araştıran ve ilgisi olanlar bilirler ki her şey tanımıyla müsemmadır. Yani bir bilgi tanımına zıt olamaz ya da açıklaması olan bir şey başka bir açıklamaya gerek duymaz. Her şeyi açıklamaya kalkarsan silsile şeklinde sürer gider ve ortada bilim diye bir şey olamaz. Allah isminin anlamından yola çıkalım. En özet tanımıyla: “Eşi ve benzeri bulunmayan, yaratılmamış ancak, her şeyin yaratıcısı olan zat.” demektir. Şimdi de ateistlerden ve ilk 7 yaş çocuklarımızdan sık duyduğumuz soruyu bu boyuttan bir ele alalım: “Eşi ve benzeri bulunmayan, yaratılmamış olan yaratıcıyı kim yarattı?” Sıkıntıyı görebildik mi?

Ateizmin dayanak noktası olan materyalist felsefeye göre bir yaratıcının var olması imkansız kabul edilir. Çünkü onlara göre her şeyin temeli baştan beri var olan ve ezeli olan maddede kilitlenmektedir. Dolayısıyla maddeyi temellendirmeleri bir yaratıcıyı reddetmelerine sebep olur. Bunu mutlak hakikat kabul etmeleri nedeniyle en eski çağlardan beri yaratıcı fikrinin karşısında durmuş ve zihinleri bulandırıcı sorular sorarak iman hırsızlığına girişmişlerdir.

Oysa bir felsefi düşüncenin doğruluğunu tespit etmenin yolu bilimsel gerçeklere dayandırmaktan ve doğruluğunu ispattan geçer. Ancak maddenin en baştan beri var olduğunu delil getirecek bir kanıt bulunmamaktadır. Zaten bu noktada dayanaksız kalan materyalizme en büyük darbeyi de Big Bang Teorisi yapmıştır.

Alexander Friedmann tarafından yaklaşık 10 yıl boyunca yapılan titiz araştırmalar sonucunda 1920’lerde; ezelden beri var olan maddeye karşılık, her şeyin yoktan var olduğunu delil getiren ve kabul edilen bir tez gözler önüne serilmiştir. Böylece maddenin kendini düzenleyerek vücuda geldiği ve varlıkların oluşmasına sebep olduğu düşüncesi yıkılmıştır. Ancak materyalist fikir bunu kabul etmez. Israrla maddeye dayanır ve Allah’a iman edenlere karşı alay mevzusu yaptıkları “Araştırmadan- kanıtlanmamış ezeli bir “İlahın” varlığına inanıyor, sorgusuz iman ediyorsunuz.” eleştirilerine karşılık “Araştırmadan, kanıtlanmamış ezeli bir maddenin varlığına inanıyor, sorgusuz iman ediyorsunuz.” demekten kendimi alamıyorum. Zira Big Bang gibi bir ispattan sonra, sözde bilime göre hareket ettiklerini söyleyen bir gruptan beklenen soru şu olmalıydı: “Kainat bir patlama ile oluştu ise, bu başlangıca kim sebep oldu?”

Ateist Felsefeci Antony Flew inancına aykırı olmasına rağmen bir itirafta bulunmak istediğini söyleyerek yandaşlarını şaşırtmıştır:

“İtiraflarda bulunmanın insan ruhuna iyi geldiğini söylerler. Bende bir itirafta bulunacağım: Big Bang modeli bir ateist açısından oldukça sıkıntı vericidir. Çünkü bilim dini kaynaklar tarafından savunulan bir iddiayı ispat etmiştir.” (1) Ve bu itiraf burada kalmamış, 2004 yılında yayınladığı “Yanılmışım Tanrı Varmış” isimli kitabı ile yaratıcıya inandığını delilleriyle ispat etmiştir.

Harvard Üniversitesi’nde genetikçi ve evrimci bir bilim adamı olan Richard Lewontin’in şu sözleri, aslında ne kadarda asılsız bir şeyi dayanak yaptıklarının ispatı niteliğindedir:

“Bizim Materyalizme olan bir inancımız var. A’priori (önceden kabul edilerek doğru sayılmış) bir inanç bu. Bizi dünyaya materyalist bir açıklamayı getirmeye zorlayan şey, bilimin yöntemleri ve kuralları değildir. Aksine materyalizme olan bağlılığımız nedeniyle, dünyaya materyalist bir açıklama getiren araştırma yöntemlerini ve kavramlarını KURGULUYORUZ. Materyalizm mutlak doğru olduğuna göre de, İlahi bir açıklamanın sahneye girmesine izin veremeyiz.” (2) Bu felsefi terimin (a’priori) özelliği ise bilimsel ya da deneysel bir temele dayanmayan, sadece bir varsayıma dayanan düşünceler için kullanılmasıdır.

Karşımızda kalıplaşmış bir fikirden öteye geçemeyen madde inancına karşılık, kainatın yoktan var edildiğini ispat eden ve bir çok ateist bilim adamının iman etmesine sebep olmuş bilimsel bir kanıtla ile karşı karşıyayız. Yani biz iman edenlerin “Allah yaratılmadı ki. O ezelde hep vardı” inancına karşılık, materyalistler bir özne değişimiyle “Madde yaratılmadı ki. O ezelde hep vardı” diyorlar. Ama fikirden öteye geçemiyorlar. Kendileri saplanıp kaldıkları gibi, inancı tam olmayan insanları ve bilhassa gençleri de “Allah’ı kim yarattı?”, “Allah kendinden büyük bir taş yaratabilir mi?”, “Allah kendine bir

arkadaş yaratamaz mı?” gibi komik sorularla zehirliyorlar. Bu soru aslında şuna benziyor: Bir asker emri onbaşından, onbaşı bin başından ve en nihayetinde Baş komutan kabul edilen sultanından alır.Bu durumda çıkıp sultan emri kimden aldı demek lüzumsuz olacaktır. Bu ve türevi olan bir çok soru aslında Felsefecilerin ve materyalistlerin yakinen bildikleri ancak yanlış anlaşılan bir ilkede kilitleniyor: “Nedensellik İlkesi”

Bu ilkeye göre Her şeyin bir nedeni yoktur. Her neticenin bir nedeni vardır. Varlığı bir şeyin neticesi olmayan bir şey için, bu ilkeyi işletemezsin. Bu kesin ve bilinen bir kanundur. Tanım itibariyle yaratılmamış olan bir şey için bu kanun işlemez! Ama sana da hak veriyorum be kardeşim. Hep çocukken izlediğimiz, yunan mitolojisindeki yaratılmış tanrı masallarının hasarı bunlar. Zaten ilk 7 yaş çocuklarda o soruya takılı kaldılar.

Biz insanlar bilimsel olarak aklının sadece %3-5 ‘ini kullanabilen canlılar olduğumuzu ve en zeki insanların dahi %10’undan fazlasını kullanamadığımızı düşünecek olursak; sonsuz bir varlığı, sınırlı aklımıza sığıştırmaya çalışmak ne denli akıl karı olur düşünmek lazım.

Demek İşin özü yaratıcı kelimesinin tarifini tam oturtabilmekte. Şimdi mevzuya varlıkların ihtiyaçları penceresinden bir göz atalım öyleyse. Bir şey var olabilmesi için nelere ihtiyaç duyar?

Mesela Bir çiçeğin topraktan çıkması, filizlenmesi, serpilmesi, şekillenmesi, olgunlaşması için bir çok şeye ihtiyacı vardır: Mineraller, Oksijen, Karbon, Su, Hidrojen, toprak, güneş gibi. Daha da genişletirsek; Dünya olmalı, güneşle arasındaki mesafe belli bir oranda kalmalı, Güneş, Dünya ve sair gezegenlerin konumlarının bile belli bir disiplinde olması gerekir.

Hepsinden öte o çiçeğin orada yeşerebilmesi için tüm kainatın ve saydığımız varlıkların tamamının olması gerekir. Biri olmadan hiçbir şey olmaz. Demek ki her şey birbirine bağlanmış. O çiçeğin var olabilmesi için zaman ve mekan olarak tüm koşulların var olması ve sayılan unsurlarında aynı şekilde tüm ihtiyaçlarının görülmesi lazım gelir. Demek ki her biri birbirine muhtaç. Ve birbirine muhtaç olan bir şey, hiçbir ihtiyacı karşılayamaz. Bir ihtiyaç dahi tüm kainatı gerektiriyorsa, kendisi muhtaç olan bir varlık, bir ihtiyacı karşılayabilir mi? Kendi muhtaç olan bir madde, bir atom, bir tohum, bir güneş benim ihtiyacımı karşılayamaz ki. Ve eğer tüm bu ihtiyaçlar karşılanabiliyorsa; her birinin ihtiyaçlarını gören bir Basir, duyan bir Sem’i, merhamet eden Rahim , hal dualarını kabul eden Mucib ve tüm bu ihtiyaçlarını bilen bir Âlim’e işaret eder.

Unutma: “Baharı icad etmeyen, bir elmayı icad edemez” (3) O çiçeği yaratan her kimse tüm baharı ve mevcudatı da halkedendir. Yaratıcı kavramı da aynı sonsuz kelimesinin tanımı gibi nettir. Sonsuz sonsuzdur. İstediğinle çarp, böl, topla sonuç değişmez. Sınırlı aklınla sonsuzu algılamaya çalışman ise Akıldan istifadır. Aslında Ne de güzel söylemiş Üstad’ım: “Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise maneviyatta kördür.” (4) diye.

Son olarak akıldan henüz istifa etmemiş kardeşlerimize küçük bir hatırlatma: “Her şeyin yaratıcısı vardır.” deme! “Her yaratılanın bir yaratıcısı vardır.” de. Böylece ne anlamsız sorularla karşı karşıya kalırsın ne de Dawkins gibi karmaşık sorulara mübtela olmazsın.

Yaratılmamış olan Yaratıcıya emanet olun.

Dua ile…


 
 
 

تعليقات


Tanıtılan Yazılar
Daha sonra tekrar deneyin
Yayınlanan yazıları burada göreceksiniz.
Son Paylaşımlar
Arşiv
Etiketlere Göre Ara
Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page