top of page

HAVAMIZI ALALIM MI?

  • Nur Tuba Yaşa
  • 4 Ara 2017
  • 4 dakikada okunur

HAVAMIZI ALALIM MI?

Sabah namazlarından sonrası bir başkadır benim için… Güneşin doğuşunu seyretmek, ardından pencereyi açıp o tertemiz havayı ciğerlerimin ta en derinine kadar çekmek ve geceden kalan tüm dertlerimi bir “Hu” ile dışarıya vermek. Tertemiz oluverir için… Çünkü bilirsin Güneş umudun cismi gibidir. En zifiri karanlığın içinden, karda açan kardelen misali çıkıverir. Her şeye inat tüm sıkıntılara inat yeniden dirilişin temsilidir sanki… Hiçbir şey söylemene gerek yoktur, yükleyebileceğinden çok daha fazla manalar saklıdır sabahlarda.

Ve oturursun balkonuna, izlersin açılan yeni hayat sahifesini ve eklersin: Bugün ne karalayacak Rabbim ömür sayfama…

Eğer inananlardan isen teslimiyetin huzuruyla tekrar tekrar çekersin havayı tüm dem ve damarlarına. Ardından ses verirsin, gökyüzünü her gün bambaşka fırça darbesiyle süsleyen san’atkara : “Hu!”

Bediüzzaman Hazretlerinin söylediği gibi “Emir ve iradenin bir arşı”dır hava. İnanmayanlar için her bir zerresi birer ilahtır haşa! İnananlar için ise güneş misali: hem bizden nihayetsiz uzakta hem de gözlerimize vuran güneşin aksi kadar yakınımızda olan Allah’tandır. Belki de burada ayrılmışızdır, bilimin henüz hiç olduğu dönemlerde… Hava’daki iradeyi yanlış anlamamızdandır belki yaratıcıya olan inançsızlığımız. Ya da onu bir şekle, bir cisme oturtmak çabalarımız…

Aynı cahiliye devrindeki gibi; kendi yaptıklarına tapan, acıkınca yaptığı tanrıları yiyen, yağmur yağdığında kabe’nin içine gizleyen insanlar gibidir belki durumumuz. Yakın döneme bakalım Nepal’e mesela: depremde zarar görmesin diye taptıkları tanrıyı korunaklı bir yere taşımaya çalışan zavallılara. Ya da havaya, havadaki zerrelere, atomlara her biri birer ilahtır mührünü konduran ama kirlendiğinde temizlemek uğruna tüm seferberlikleri ve temiz hava sahası projeleri sunan insanlara…

Yaratıcı hiçbir şeye muhtaç olmayan demek ise neden iman ettiğiniz zerreleri korumak vazifesini üstlendiniz? Zerreler ve ya dahası tabiat ana olarak oturttuğunuz sistem neden kendi döngüsünde mükemmel işleyemiyordu? Doğruya SUÇLU İNSANDI! O kirletmişti bu Dünya’yı… Peki insanı yaradanda tabiat değil miydi? Hani başkalaştırarak bu güne getirmişti bizi tabiat ana? Desene tanrınız olan tabiat kurmuştu bizzat bu tuzağı sana: Neden kendini temizleyemedin ey her şeye gücü yeten (!) tabiat ana?

Peki tabiata, hava’ya karşı biz inananların bakış açısı ne olabilirdi bunu hiç düşündün mü? Hava’ya en ziyade değeri veren sen miydin; yoksa hava’da Ezeli olan, her şeye gücü yeten, İsm-i Kuddüs esmasıyla kainatı temizleyen Rabbine bakan biz mi?

Hani her şeyi dağıtıp evden çıktıktan sonra arkanı toplayan anne şefkati misali: Dağıtıp bozduğumuz bu kainatı, kendisini ve dahası senin değiminle senide var eden tabiat ana mı toparlıyordu? Asla! Bunun çokta fevkinde bir zat yapmalıydı bu işi?

Ne güzel anlatıyordu Bediüzzaman hazretleri Emir ve iradenin arşı diyerek. Ve ekliyordu: “…rüzgârın herbir parçası ve bir nefes ve tırnak kadar olan ( هُو ) “Hû” lâfzındaki havada, küçücük mikyasta, bütün dünyada mevcut telefonların, telgrafların, radyoların ve hadsiz ve muhtelif konuşmaların merkezleri, santralları, âhize ve nâkileleri bulunsun ve o hadsiz işleri beraber ve bir anda yapabilsin; veyahut o ( هُو ) “Hû” daki havanın, belki unsur-u havanın herbir parçasının herbir zerresi, bütün telefoncular ve ayrı ayrı umum telgrafçılar ve radyo ile konuşanlar kadar mânevî şahsiyetleri ve kabiliyetleri bulunsun

ve onların umum dillerini bilsin ve aynı zamanda başka zerrelere de bildirsin, neşretsin.” İşte binler vazife yüklediğin zerrelerin kendinde bulundurması gereken cihazatlardan bir kaçıydı bunlar.

Bilimsel olarak bir şekli dahi ispatlanamayan, sadece varsayım ile şekillendirilen, görülemeyecek kadar küçük, madde ve dahası atomlarda bu kadar vazifenin toplanması akıl alır gibi değil. Düşünsene:

Aldığı bir sesi bir başka zerreye iletmek için bir santrale, ahizeye sahip olması gereken ve sadece kendi değil, türü olan tüm atomlarda da aynı iradeyi barındırması gereken; bir nevi hem kendi Rab olan hem de kendi türünde sayısız derecede Rabbe ihtiyaç duyan bir zerre mi yapacaktı bu işi? Rab başka Rabbe ihtiyaç duyabilir miydi?

Peki bu kadar ahize ve santraller bir merkez istemez miydi? Hangi atom üstlenmeliydi bu işi? Her biri aynı vasıfları taşıyan akılsız, şuursuz, ilimsiz atomlardan hangisi bu görevi üstlenmiş olmalıydı? Bir mahalleyi iki muhtar, bir devleti sayısız sultan idare edemezken, bu atomları hangi atom idaresi altına almalıydı?

Kullandığın kablosuz interneti, sesleri, uydu frekanslarını, ısıyı, radyo dalgalarını, konuşulan her bir cümleyi ve harfi aynıyla birebir kopyalayıp yapıştırması ve bunları 353 km/sn bir hızla gerçekleştirmesi hangi mantıki gerekçeyle izah edilebilir? Havaya bir adet kelime atıyorsun, Radyo frekansıyla tüm Dünya’ya duyuruyor. Mikrofonla bir konuşma yapıyorsun senden yüz metre uzaktaki adam aynıyla işitiyor ve tüm bunlar gerçekleşirken hiçbir atom diğerinin işine karışmıyor. Hiçbir harfin yeri değişmiyor. Her biri birer Rab (yaratıcı) olarak kabul edilen bu zerreler nasıl hiçbir karışıklığa yer bırakmadan bu kadar çok işi başarıyor?

Bilimsel verilere göre 0,76 mm’lik mesafede kütüphaneler dolusu ses kaydı saklı olan zerrelerde bu kabiliyet nasıl ortaya çıkabilir? Hem bu kadar bilgiyi muhafaza edip hem de yeni eklenen bilgileri de bunlara karıştırmadan nasıl nakledebilir? Aklıyla mı? Akılsız bir varlığa akıl biçmek, akıllı adamın işi midir? Öyleyse:

“Demek, ya herbir zerre ve herbir parça havada nihayetsiz bir hikmet ve nihayetsiz bir ilmi, iradesi ve nihayetsiz bir kuvveti, kudreti ve bütün zerrâtahâkim-i mutlak bir hassaları bulunmak lâzımdır ki, bu işlere medar olabilsin. Bu ise zerreler adedince muhal ve bâtıldır. Hiçbir şeytan dahi bunu hatıra getiremez.”

Televizyon izlerken kahkalara boğularak izlediğin taklitçilere bakarak “vay bee adamın aynı taklidini yaptı helal olsun” diyerek katıla katıla güldüğün sesleri sana ulaştıran hava’daki taklit mekanizmasına karşı şaşkınlığın neden sükut ediyor? Düşünmemiştin değil mi? Düşünmek istememiştin? Ayet nede güzel tarif etmişti bu hali: Siz hiç düşünmez misiniz? Akıl etmez misiniz?” Akıl edememişti işte; akılları bozulmuş, kalpleri sönmüştü. “Kör olası dinsiz gözü, görmez oldu yüzümüzü, hem işitmez sözümüzü; hak söyleyen âyetleriz biz.”

İşte bu yüzdendir senin sabahları baktığında gördüğün gökyüzü ile çektiğin havada hissettiğin duygularımızın farklı olması…

Bu yüzdendir her bir zikrimizde, duamızda “Hu” lara karışmamız…

Bu yüzdendir her bir zerre’de Rabbimizle buluşmamız…

Her bir çiçeğin “hu”(Allah) diyerek verdiği oksijeni içimize çekip “hu”larla cezbeye gelişimiz…

Bizde bu zikre katılır ve deriz ki: “LA İLAHE İLLA HU” Allah’tan başka ilah yoktur.

Öyleyse bir kez olsun bizim penceremizden bak ve dinle kainatı, her gün yazılan hayat sahifesinde Rabbimiz kendini bize nasıl okutturuyor. Dinle ve dahil ol zikrimize…


 
 
 

Comments

Couldn’t Load Comments
It looks like there was a technical problem. Try reconnecting or refreshing the page.
Tanıtılan Yazılar
Daha sonra tekrar deneyin
Yayınlanan yazıları burada göreceksiniz.
Son Paylaşımlar
Arşiv
Etiketlere Göre Ara
Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page