top of page

MEALCİLİK VİRÜSÜ

  • Nur Tuba Yaşa
  • 4 Ara 2017
  • 6 dakikada okunur

MEALCİLİK VİRÜSÜ

Son yıllarda ülkemizde Kur’an Müslümanlığı üzerinden ilerleyen, sünnet ile hadisi saf dışı bırakmayı -gizliden- amaç edinmiş bir akım oluştu. Senelerdir İslam’ı anlatan ve medya sayesinde tanınır hâle gelmiş bir kısım hocalarında desteğiyle fitne büyüdükçe büyümüş, maalesef engellenemez bir hâl almıştır.

İslam’ı; televizyon, sosyal medya ve birilerinden sorarak öğrenme mantığıyla büyümeye zorlanmış nesiller olarak fitneye kapılmak hiç de zor olmadı. Eskiden ehl-i sünnet ve Şia olarak fikirler beyan edilir ve insanlarca ayırt edilebilirdi. Şimdilerde ise ilahiyat kürsülerinde “sözde kanıtlarla” gençleri zehirleyen, kanalları üzerinden videolar yayınlayan ciddi bir kesim oluştu.

Fikirlerini beyan ederken öyle bir tezahuratla yola çıktılar ki herkes “Amenna!” demek durumunda ve dinlemek zorunluluğunda hisseder oldu. Bu tezahuratları hepimizin de bildiği gibi: “Kur’an bize yeter.” cümlesidir. Bu psikolojik bir taktiktir. Zira hiçbir Müslüman asla ve asla bu cümleye karşı gelemez.

Bizler zaten, bu kesime karşı çıkarken “Haşa! Kur’an yetmez.” demiyoruz. Zira Kur’an-ı Kerim’de bir çok meselenin açıklaması, tatbiki ve tefsiri Resulullah(aleyhisselatu vesselam)a bırakılmıştır.

“Nitekim içinizden sizden bir peygamber gönderdik; size ayetlerimizi okuyor, sizi (günahlardan) temizliyor, size kitab’ı ve hikmeti (kitaptaki hükümleri) öğretiyor.” (Bakara Suresi: 151)

“O (peygamberi) mu’cizelerle ve kitaplarla(gönderdik). Sana da kendilerine indirileni(helal ve haramı) insanlara açıklayasın diye zikri (Kur’an’ı) indirdik; taa ki düşünsünler.” (Nahl suresi:44)

“Hâlbuki (biz) sana bu Kitabı ancak (insanların), hakkında ihtilafa düştükleri şeyleri kendilerine açıklayasın ve iman edecek bir topluluğa bir hidayet ve bir rahmet olsun diye indirdik.” (Nahl suresi:64)

Bu ayetler Kur’an-ı Kerim’in Resulullah tarafından tefsir edilebileceği yani içindeki meselelere açıklık getirebileceğine işaret eden ayetlerdendir. Bu ayetleri seçmiş olmamın bir sebebi ise Resulullah’ın sünnetlerini iptal etmeye çalışan güruhun, haşa! ilgili ayetlere yönelik yalan iftiralarda bulunması; hatta bazılarının haddi aşıp direk haşa! “X ayet gereksiz.” diye nitelemelere kalkmalarındandır.

Yüzlerce ayet içinden özellikle sünnet ve hadis noktasında dayandığımız ayetlere saldırmaları zaten bu kesimlerin asıl niyetlerini akıl sahiplerine göstermektedir.

Bu hileci, dış mihraklara hizmet eden güruhun oyununa kapılmamak için, yazımda sizlere meale dair bilgiler vermek ve bu hususta tefrite varanların bir nebze silkelenmelerini sağlamak istiyorum. Çünkü mesele birden bire ortaya çıkmadı, belli bir süreç işledi. Sırayla başlık başlık ilerleyerek (özet niteliğinde) konuya açıklık getirelim (Dikkat Başlıkların her biri, bir öncekinin açıklaması doğrultusunda ilerlediğinden lütfen sırayı bozmadan okuyalım. )

MEAL NEDİR?

Lügatte “Bir şeyi eksiltmek, bir şeyin varacağı gaye, anlam, kavram, tercüme” ve benzeri anlamlar yüklenen meal; esas itibariyle “tercüme, çeviri” demektir.

Kur’an-ı Kerim’in Türkçeye tercüme, çeviri edilmesi hadisesine de “meal” adı verilir.

KUR’AN TERCÜME EDİLEMEZ Mİ? (2)

Kur’an-ı Kerim’in 6(altı) yerinde “Kur’an Arabiyyen” ifadesi geçer. Cenab-ı Hak Kur’an’ı Arapça indirdiğini bildirir.

Her kitap Peygamberinin bağlı olduğu kavmin dilinde indirilmiştir (İbrahim:4) ancak Kur’an-ı Kerim tüm insanlığa indirilmiştir.

“Ey Resulum! (Biz) seni ancak bütün insanlara bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik fakat insanların çoğu bilmezler.” (Seb’e suresi: 28)

Bu hususta “Neden Arapça?” diye sorgulayanlar, eğer Kur’an başka bir dilde inseydi bu defa “Neden Türkçe/ İngilizce/ Farsça?” vesair diyeceklerdi. “Ne olsaydı? Her dile özel Kur’an mı inseydi?” diyerek akıldan istifaya davet edebiliyoruz.

Ek olarak Selman-ı Farîsî’nin Fatiha suresini Farsça’ya çevirmesi ve Resulullah(aleyhisselatu vesselam)ın karşı gelmediği de nakledilir. (Serahsi, I, 37)

FRANSIZ İHTİLALİ VE IRKÇILIĞIN TERCÜME ÜZERİNDE ETKİSİ

Meal hususunda, dil meselesini ortaya atanların hayatını incelediğimizde muhtemel bir ırkçı olduğu göze çarpar.

Hatta bu kesim, sünneti iptal edebilmek için şu tarz cümleler ortaya atar: “Sarık, cübbe, tesettür vesair meseleler Arapların geleneğidir.” Cümlenin ardında subliminal olarak verilen şu manalar vesvese olarak karşıdakine yeter:

“Haklı aslında, Araplara indirildi Kur’an. Öyleyse onların yaşantılarına uygun inmiştir. Benim için zorlayıcı bir durum yok. Biraz akılla okuyun şu kitabı direk düşünmeden yaşıyorsunuz!” (Bir de atarlılar ki sormayın. ) Bu fikrinde saplanan kişi, İslamı kendi ülke şartlarına göre yaşamaya başlar.(!) Yani kendince bir din oluşturur ve yaşar. Özetle İslam’dan günden güne uzaklaşır. Derken Menfi milliyetçilik hastalığı baş gösterir ve “Öyleyse Kur’an Araplara inmiştir. Ben sadece güzel öğütlerini kendime alsam yeter.” diyerek Seb’e suresi: 28. ayeti (yukarıda yazdım) hâli ve diliyle farkına varmadan haşa! yalanlar.

Zaten günümüzde bu tarz vesveseler verilerek yahut menfi milliyetçilik aşılanarak, toplum İslam’dan uzaklaştırıldı. Bilhassa Tanzimat’tan sonra ortaya çıkan yoğun “Türkçülük” fikriyle, Osmanlı’da yaşayan “Ümmetçilik” şuurunun önüne set çekildi. Hakeza diğer Arap ülkelerinde yani savaş sonrası sömürgelere dönüşen İslam coğrafyalarında da Fransız ihtilalinin “Milliyetçilik” izleri yer edindi. Böylece İslam kardeşliğine tamamen gölge düşürüldü:

Türk Tarih kitaplarında “Arapları güvenilmez.”,

Arap Tarih kitaplarında “Türkler dinini terk etti.”,

Mısır Tarih kitaplarında “Osmanlı sizi asırlarca sömürdü.” ifadelerine kasıtlı olarak yer verilmesi de Kur’an’ı yeryüzünden silme projesinin en eski ayağıdır.

TÜRKLERDE MEAL’İN TARİHİ GELİŞİMİ (3)

İlk Türkçe tercümenin 10-11. yüzyıllarda yapılmış olabileceği tarihçilerce kaydedilmiştir. Başlangıcında ayet bazında tercümelere rastlanmıştır. Örneğin: Edip Ahmet Yükneki’nin “Atabetü’l Hakayık”ında Al-i İmran’dan üç ayet, Nahl-Hac-Zuhruf’dan birer ayet, İnşirah’tan iki ayetin tercüme edildiği bilinir. Farsça çeviri esas alınarak yapılmıştır.

Osmanlı’nın ilk dönemlerinde ise kısa sure çevirilerine yer verilmiştir. Meal noktasında çalışmalara daha çok 14. Yüzyıl ile başlanmıştır. (Osmanlıca olarak)

Osmanlı’da medrese dili Arapça olduğu için meal faaliyetleri çok dikkat çekmez. Halk zaten Arapça’dan okuduklarına az çok aşinadır. Ek olarak cami, medrese ve tekkeler tefsir noktasında halka yardımcı olmuştur. Yapılan çevirilerden ortaya çıkabilecek vesveselere dahi mahal bırakılmadan muhatablara açıklaması yapılmıştır. Zaten bir elin parmağını geçmeyen ve daha çok İran Şii fitnesinden kaynaklı birkaç hadisedir ki önü alınmıştır.

Tanzimat sonrası Milliyetçilik akımının etkisiyle Kur’an mealine talep artmıştır. “Kendi dilimizde okuyalım. Bizim dilimiz var, Türkçesinden öğrenelim. Biz Arap değiliz kurtulun şu Araplaşmadan.” fitnesiyle meal yazımına sıcak bakılmıştır. Hatta bu süreçte Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi şiddetle karşı çıkmış ve tercüme yapılmaması hususunda bir risale bile neşretmiştir.

LATİN ALFABESİ VE MEAL ÇALIŞMALARI (3)

1928 senesinde yapılan Harf devrimi ile birlikte Kur’an’ın yeni harflere uygun bir şekilde tercüme edilmesine karar verilmiştir. Ancak ne üzücüdür ki “Arapçaya vukufiyeti olmayan, yeterli dini bilgiden uzak” kişilerce çeviri çalışmaları yapılmıştır. Bir süre sonra halkın karşı çıkması ve tepkilerin son sürat büyümesi üzerine Meclisin aldığı bir kararla bu işin hallinin Diyanet İşleri Reisliğine bırakılması uygun görülmüştür.

Diyanet işleri ilk olarak Mehmet Akif Ersoy’a teklif götürmüştür. Mehmet Akif tercümeyi (meali) hazırlamış ancak “İbadetlerde Kur’an’ın aslı yerine okutulacağı endişesi”yle teslim etmemiştir.

(Not: “Türkçe ibadet(namaz) edebilir miyiz?” şeklinde fitnelere kapılan kişilere Mehmet Akif’in duruşu yeterli cevap ve tokattır diye düşünüyorum. Her neyse… )

Akabinde tercüme üzerine bilgisi ve çalışması olduğu bilinen, ayrıca derin Kur’an bilgisi olan Elmalılı Hamdi Yazır’a teklif götürülmüştür. Hazırladığı meal “Hak Dili Kur’an Dili” adıyla neşredilmiştir.

Böylece ilk mealimiz olma niteliği taşır. Akabinde Ömer Nasuhi Bilmen meali de yoğun talep görecektir.

SÖZÜN ÖZÜ

Hiçbir çeviri aslını göstermez, bu hepimizce bilinir. Üstelik Arapça öyle geniş dil kuralları olan bir dildir ki hiçbir dil de Arapça’ya tam anlamıyla yetecek karşılık bulmak mümkün değildir. Sadece bir varlığa bile (hâli, duruşu, vasfı, konumu vs.) durumuna göre bambaşka adlandırmalar yapılır. Bizim kıt ilmimizce hatta neredeyse sıfır Kur’an bilgimizle “açık aramaya çalışmamız” bilenler karşısında gülünç duruma düşmekten başka bir sonuç vermeyecektir.

Mealcilik furyası tarihçesinden de anlayacağınız üzere çok da hayırlı nedenlerle başlatılmamıştır. İngiliz müstemlekat nazırının söylediği şu söz işin hakikatini gösterir kör olmayan gözlere: “Bu Kur’an İslamların elinde bulundukça, biz onlara hakim olamayız. Ne yapıp yapmalıyız, bu Kur’an’ı onların elinden kaldırmalıyız; yahut Müslümanları Kur’an’dan soğutmalıyız.”

Haksız da çıkmadı…

Kur’an-ı Kerim adım adım alındı insanımızın elinden, öyle bir hâle geldik ki okusak da vicdanımız almaz oldu. Yaşayamaz olduk.

Osmanlı’nın ahlakı, sosyal ilişkileri, edebi dilden dile dolaşır da sebebi çok irdelenmez. Osmanlı Kur’an toplumuydu. Hatta öyle bir edep ve ilim ihsan edilmişti ki: Sultanlar Orta Asya’daki dillerini değil Arapça’ya benzeyen harfleri devletlerinde ana dil esas tutmuşlardı. Kur’an diline olan hürmetleri alfabelerine kadar sirayet etmişti. Bu yüzden adaleti şaşmazdı. Bu yüzden yalan dolan olmazdı. Zira insanlar hakkın harfleriyle yanlış bir iş yazmaya ya da turra basmaya yanaşamazdı. Bazen yazdığın harf bile yetebilir demek ki Rabb’e yakınlaşmana…

Bunu bilen dış mihraklar da elimizden alfabemizi aldılar. Derken Kur’an harfleri gözlerini korkutmaya başladı gelecek nesillerin. Hatta öyle ki karmaşık ya da saçma bir şey gördüklerinde “Bu ne yaa karınca duası gibi! Düzgün yaz şunu anlamadım.” demeye başladılar. Bir çoğumuz bu deyimi kullanır da altında yatan gizli şirki bilmez.

Şimdi anladın mı kardeşim nasıl da kapılmışsın farkına varmadan fitneye?

Kardeşlerim bilhassa son zamanlarda sosyal medyada hesaplar açılarak çok fazla meal paylaşımı atılıyor. Elbette okuyun okumayın demiyorum. Lakin ilmimiz kıt. Ne Arapçamız var, ne hadis ilmimiz. Bu yüzden önceliği tefsire ayırıp tefsir ile Kur’an’ı anladıktan sonra meal okumaya koyulmak daha yerinde olacaktır. Meal ibareyi, kelimenin o dildeki ifade ettiği ya da yakın gelen karşılığı barındırır. Aslı değildir!

Her mealci kendi çevirisince ve ilmince kağıda aktarır. Ancak tefsirle Kur’an’ın diline aşina olursan dini kitaplarda bile yanlışları ayırt edebilmeye başlarsın. Yani kandırılmazsın!

Size tavsiyem öncelikli olarak bu asrın hastalıklarına en güzel cevap veren Risale-i Nur Tefsiri kitaplarını okuyup ardından meal isteğinize yönelmenizdir. (Dikkat: Mealcilikle sünneti, hadisi iptal etmeye çalışan kesim devamlı Bediüzzaman hazretlerine saldırır. Risalelerde ufak detayları cımbızlayıp çarpıtır! Çünkü Bediüzzaman hazretleri Risale-i Nurları ayet, hadis ve sünnet ışığında yazdığından bu fitnecilerin işine gelmez. Bir yerde oklar Bediüzzaman hazretlerine, ehl-i sünnet

alimlere çevrilmişse ya da Kütüb-ü Sitte imamları hedef alınıyorsa bilin ki fitnecidir. Derhal uzaklaşın. Aklına güvenip okumayın zaten onların istekleri de yem atmak. Vesvese bırakmaktır. )

Bu hususta Bediüzzaman hazretlerinin yakın talebelerinden Hüsrev Altınbaşak Ağabeyce düzenlenen Hayrat Neşriyat Meali’ni tavsiye ederim. Dipnotlarında Risale-i Nur’dan açıklamalar getirilen ve bu sayede takıldığınızda Risale’den ilgili yeri de açıp okuma yapabileceğiniz baş ucu mealiniz olabilir.

Son Tavsiye

Olmayan ilmimizle bu tarz videolar yapan, yazılar yazan kişileri: “Ben sadece fikrim olsun diye bakıyorum. Etkilenmem merak etme! Maksad birileri konuştuğunda mevzunun cahili kalmayayım.” mantığıyla takip etmemenizdir. Aksi hâlde siz de batıla kapılıp Hak yolda olduğunu zanneden sapkınlardan olabilirsiniz.

Ne güzel demiş Hz. Ömer:

“Dininizi iyi öğrenin yoksa yaşadığınızı din zannedersiniz.” diye.

Dua ile Vesselam…

KAYNAKÇA:

(1)Hayrat Neşriyat, Kur’an-ı Kerim Meali

(2)Sorularla İslamiyet, “Kur’an-ı Kerim mealleri aslı gibi olur mu?”

(3) Sorularla İslamiyet, “İlk Türkçe Kur’an Meali ne zaman ve kim tarafından yaptırılmıştır?”


 
 
 

Kommentare


Tanıtılan Yazılar
Daha sonra tekrar deneyin
Yayınlanan yazıları burada göreceksiniz.
Son Paylaşımlar
Arşiv
Etiketlere Göre Ara
Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page