top of page

Son Perde

  • Nur Tuba Yaşa
  • 4 Ara 2017
  • 3 dakikada okunur

Son Perde

Aklının ucundan geçmiyordu değil mi?

Hep anlatılan, dilde kabul ettiğin; örnekler verildiğinde hep başkaları üzerinden kurguladığın, hayat sahnesinin son perdesi: Ölüm.

Şimdi aç sesi ve koy kendini anlatılan yerde “özne”ye… Bu hayatının es’i değil, tam da bitiş noktası…

İyi Dinle: https://youtu.be/ijInhq90KSg

Hiç düşünmek istememiştin… Çünkü hiç ölmeyecek gibi yaşamıştın. Sohbet ortamlarında herkesin dinlerken gözyaşlarına boğulduğu ve enfes anlatımınla hayrette bıraktığın gözlerin, bir gün son yolculuğunda tabutuna bakacaklarını nereden bilebilirdin ki?

Gittiğin taziyelerde susturmak için bin bir güzelliğini anlattığın ölüm, çalmıştı işte kapını…

Al işte hiç istemediğin bir insana nasip oldu seni yıkamak. Yapılır mıydı bu sana? Ölümü hatırlamak istememenden ötürü yazmayı hep geciktirdiğin bir vasiyetin olsaydı; belki de şu an gözyaşları içinde kıvranan anacığın yıkacaktı, solup giden bedenini…

Sahi… Bu kadar beyaz mıydım ben diyorsun? Hep filmlerde gördüğün, bir ton pudra ile perde verilen bir film sahnesi değildi bu. Bizzat kanı kurumuş, ruhu çekilmiş sendin… Hani bedenine konduramadığın o tuhaf ve ürkütücü beyazlık.

Hiçbir şey düşündüğün gibi değildi. En sevdiğin arkadaşının gözünde bir damla gözyaşı yoktu. Uğruna geceni gündüzüne katıp çalıştığın evlatların belki defnine yetişemeyecekti bile. Ne acı… Ama daha kötüsü de olabilirdi: Ya yıkanabilecek bir cesedin bile olmasaydı. Belki denizde kaybolan ya da yangında külleri kalmayan biri olabilirdin de… Evet bu biraz rahatlatmıştı içini. Ama ne fark eder yanında götürebileceğin bir azığın bile yoktu.

Bankadaki hesapların kime devredilecekti, peki ya Ayvalık’taki yazlık? Amaan kim takar ki zaten birazdan bahsi edilen kara toprağa gömeceklerdi seni… Desene ömrünü adadıkların kabirde hiç hükmünde kalacaktı…

Peki, şimdi ne yapmalıydın? Vermekten kaçındığın zekâtların, gençliğinde sevgilinle kol kola geçirdiğin anların, sınavlar uğruna uykusuz kaldığın gecelerine karşılık, Rabbin için geçirmediğin sayısız gece; anne babana karşı isyan dolu tavırların, cafelerde tükettiğin gençliğin, ahını aldığın, arkasından konuştuğun sayısız insan… Nasıl verecektin hesabını?

“Aman Allah’ım! Namazlarım! Şimdi ne yapacaktım ben… Hep erteledim, okul, gençlik, iş, çoluk çocuk derken hep bir gün kaza ederim dedim. Onlar da yok… Ben koskoca bir ömürde ne yaptım? Nasıl bitirdim bu zamanımı… Ne olacaktı sonum?”

Arada bir kuşkuya düşüp “Ahiret var mı acaba?” diye sorguladığın yerin, hakikat olduğunu artık iyice anlamıştın. Son bi gayret karıştın kalabalığın içine:

-Anne! Benim, evladın; ne olur yardım et. Anne, beni duymuyor musun?

-Baba! Sana çok zulmettim biliyorum ne olur affet. Baba duası tutar elbet ne olur aç ellerini semaya yalvarırım. Kurtar baba!

Tek tek gezecektin gelen her bir kimseyi… Nafile…

Hatta bazısında şu konuşmaları duyacaktın:

– Rahmetli iyiydi hoştu ama sorumsuz insandı, vurdumduymazlık desen o da cabası.

– Okulda ne deli fırtınaydı, az insanın canını yakmadı.

-Hakkım vardı vermedi, içimde kaldı. Ama neyse, nasılsa ailesinden alırım alacağımı, hele bir gömülsün de.

-Rahmetliyi defnedelim de toptancıya gidelim bir an önce daha bi ton iş var…

Ve her bir cümlenin ardında “Neyse, öldü gitti artık arkasından ne desek boş…” denildiğini duyacaktın… Sayısız ölüm haberi aldın, hemen her gün bir sela duydun… Hatta “Aman ezan değilmiş ya aç müziğin sesini sıkıntı yok.” dedin arkadaşlarına…

Şimdi okunan senin selandı… Babanın, annenin ve kardeşlerinin ismi verilip senin adın söylenecekti… Anne babanı bile koydun belki ölüm sırasına ama, kendini asla!

Sözü uzatmaya gerek yok. Daha fazlası için sayısız şiir, kitap ve kaside mevcut, yapmak istediğim tüm bir kabri anlatmak değil sana. Zaten istesek de, ne dilde takat kalır ne yürek dayanır; boşa geçmiş bir ömrün fatihasını anlatmaya…

Bu kadarı bile yetti çoğumuza öyle değil mi? Tamam kapatabilirsin sayfayı… Çok da bir şey anlatmıyormuş zaten… Evet benimkisi belki minik bir fragmandı…

Tuhaf olan ne biliyor musun? Ölümü bilip de anlayamamak… Ölümü her gün her anımızda soluyamamaktı. Belki anlasaydık, her namazımızda ensemizde bekleyen Azrail’i, huzurunda durduğumuz Rabbimizi daha ziyade yaşayacaktık…

Ölümün anlatıldığı kadar ürkütücü olmadığını anlayacaktık…

Anlasaydık yaratılış gayemizi, inanmamız emredildiği gibi yaşayacaktık…

Yaşayacaktık ashab-ı Bediri ve Uhud’u…

Ve anlayacaktık Yemame günü, tedirgin olup geri çekilmeye çalışanlara haykıran Ammar Bin Yaser’in Feryadını… Kopup yere düşen kulak kepçesi, henüz yerde kıpırdarken Yaser’in çığlıkları kopacaktı meydanda: “Ben Ammar Bin Yaser’im! Gelin etrafımda toplanın! Cennetten mi kaçıyorsun? Cennetten mi kaçıyorsun?!”

Sahi ölümden kaçışımızın sebebi: Cehennem mi olmalıydı?

Ey Ümmet-i Muhammed, ölümün yüzüne gülen Peygambere iman edenlerin filmi böyle mi nihayet bulmalıydı?

“Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak kötülük ve iyilikle deneyeceğiz. Hepiniz de sonunda bize döndürüleceksiniz.


 
 
 

Comments


Tanıtılan Yazılar
Daha sonra tekrar deneyin
Yayınlanan yazıları burada göreceksiniz.
Son Paylaşımlar
Arşiv
Etiketlere Göre Ara
Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page