Birini Küçük Düşürmek Seni Daha BÜYÜK Yapmaz
- Admin
- 6 Ara 2017
- 5 dakikada okunur
Birini Küçük Düşürmek Seni Daha BÜYÜK Yapmaz
Es selâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berakatuh, kardeşlerim.
Söze en güzel dualardan biriyle başlamak istedim. Zira Üstadım Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin de dediği gibi “Şu âlemde mü’minin mü’mine karşı en büyük yardımı dua iledir.”(1) Bu veciz sözde öyle derin manalar saklı ki belki üzerine kitaplar yazılsa yine yarım kalır. Ancak bugün biraz da bahsim gereğince bende uyandırdığı ve en ehemmiyetli gördüğüm manaları açıklamaya çalışacağım. Konuya girmeden evvel bu cümledeki farklı nüansları yakalamakta fayda var veya cümleye biraz takla attırmakta… Ne dersin?
Mü’min Mü’mine dua eder, demek ki dua mü’minlik vasfıdır.
“Mü’minler ancak kardeştirler.”(2) öyleyse kardeş kardeşe yardım eder ve yalnız hayrına çalışır.
Mü’min’in mü’mine yapacağı en büyük yardım ancak ve ancak duasıdır. Zira hiçbir uzak, duanın erişemeyeceği kadar uzak değildir.
Seçenekleri istediğiniz kadar arttırın ya da azaltın hepsinin sonucu iki yerde düğümleniyor. Birbirinden asla ayrılamaz iki düsturda: İhlas ve Uhuvvet (kardeşlik). Meseleyi daha iyi anlamak ve varılacak yere ulaşmakta en mühim vasıta yine bu kelimelerin derinliğini solumakta olacaktır. İşi ehline bırakıp Risale-i Nurlarda tefsir edilen yönleriyle incelemekte fayda görüyorum.
1) Amelinizde Rıza-yı İlahi Olmalı (*):
Eğer tek derdin ve duan Allah’ın rızasını kazanmaksa ne bir kimsenin söylediği söz zoruna gider ne kendini birilerine ispatlamaya çalışırsın ne de her hangi bir İslam kardeşine karşı içinde bir su-i zan, bir muzır düşünce hasıl olur.
“Halk nazarında nice itibarsız, hakir görünen Müslümanlar ve İslam’a hizmet edenler vardır ki onlar insanlardan takdir, hürmet ve muhabbet beklemezler. Onlar ehl-i imana hürmetkâr ve merhametli olurlar. Onlara Allah’ın rızası kâfi gelir.” Zübeyir Gündüzalp (3)
Derdin ve tasan yalnız Hak rızası olduğunda din kardeşine eksik olduğu noktada yalnızca acıyabilir, ıslahına gayret ve dua edebilirsin. Aksi hâlde içinde bir adavet(düşmanlık)- kin oluşur ve bunu düzelteceğim derken halklara duyurman ise “Vasıta-yı halas ve necat olan” ihlası zayi etmek olur. Yani kurtuluşun tek çaresi olan ihlas, zedelenecektir.
Üstelik din kardeşinde var olan belki bir kötü özellik nedeniyle geriye kalan dokuz iyi yönünü görmezden gelmiş olmak büyük bir zulüm olacaktır. Veyahut bu kişide dokuz kötü huy bir iyi huy dahi olsa yine o kişiyi tenkid edemezsin. Çünkü:
“Her ikinizin Hâlıkınız bir, Mâlikiniz bir, Mâbudunuz bir, Râzıkınız bir…bir, bir bine kadar bir, bir.
Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir… bir, yüze kadar bir, bir.
Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir… ona kadar bir, bir.
Bu kadar bir birler vahdet ve tevhidi, vifak ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği ve kainatı ve küreleri birbirine bağlayacak manevi zincirler bulundukları hâlde, şikak ve nifâka, kin ve adâvete sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip mü’mine karşı hakikî adavet ve kin bağlamak, ne kadar o rabıta-yı vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete karşı bir istihfaf ve o münasebât-ı uhuvvete karşı ne derece bir zulüm ve i’tisaf olduğunu kalbin ölmemiş, aklın sönmemişse anlarsın.” (4)
2) Bu hizmet-i Kur’aniye’de bulunan kardeşlerinizi tenkit etmemek ve onların üstünde fazilet-füruşluk nevinden gıpta damarlarını tahrik ettirmemektir. (*):
Eğer nefsini müdafaa edip desen ki: “Ben kendisini ıslah için gayret ediyorum, hem kendisine de dedim lakin dinlemedi. Ben de kişileri uyarmak adına etrafa duyuruyorum.”(Söylenenler ehl-i sünnet dairede olan kardeşlerimiz içindir, harici durumda batılı, sapkını duyurmak zaten haktır ve gereklidir.)
Zübeyir Gündüzalp ağabey diyor ki: “Birinin kusurunu, kusuru düzelteceğim diye etrafa yaymak, şahsî kin, garaz, nefsin karışması gibi hâllerin zorlamasının neticesidir. Veyahut fayda veriyorum zannıyla zararların üremesine sebep olan bir safdillik ve bilememezliktir. Başkalarına yaymak değil, daima ve daima ona söylemektir. Söylerken de, ‘Acaba, hakikaten ve bizzat nefsü’l emirde hata mıdır yoksa benim fikrime, görüşüme göre mi hatadır?’ diye insan kendini mukarebe etmelidir.”
Ya da desen ki: “Ben ne diyorsam en başta nefsime diyorum (nefsini temize çıkarma keke ) ve tüm samimiyetimle (Vicdan rahatlatma yöntemi ) diyorum. X kişi yanlıştır, şöyle şöyledir.” ve sair diyor ve hâlâ sayılan düsturlara ihanet ediyorsan yine Nur’un Kumandanı Zübeyir ağabey diyor ki:
*”Çok defa kendisini tenkid etmek kamilliğine erişememiş, yakın akraba veya mesai arkadaşlarını tenkit etmeye çalışanlarla bir yerde oturmayınız. Onu dinleye dinleye siz de münekkid ve yıkıcı bir ahlak sahibi olursunuz.” (Aynı durum sadece bir mecliste beraber bulunmak değil, düşüncelerine erişebileceğin her platformdan uzak durmaktır.)
*”Nefsinden gelen sözün samimiyet olduğuna inat edenden korkulur. Bunlardan kendinizi koruyunuz. Kendiniz, aynı bilmezliğe düşmemek için düşününüz. Nefsin desiselerini beyan eden eserleri, sırf kendinize hitab ederek okuyunuz.” (Aklını başkalarının cebine koyma, bir mesleği tanımak için bizzat oku va çabala.)
Özetle her ne olursa olsun Üstadımızın saymış olduğu ve bizi bir kılan tüm uhuvvet sebeplerimize hürmeten, kusurları görmezden gelip en başta kendi kalbimizdeki kötü huylarımıza düşmanlık beslemektir. Bizi her daim fenalığa sevkeden nefsimize adavet(düşmanlık) etmektir. Hem demiyor mu üstadımız Nur talebelerinin cesetleri ayrı olsa da ruhları birdir?
Evet, İslam’a hizmet eden her bir fert, mesleği ve meşrebi ne olursa olsun, ehl-i sünnet dairede kalmak şartıyla kardeşimizdir. Cesetler, meslekler ayrı ayrı olsa da her biri İslam ordusunun bir kuvvetidir. Ve ordu ne kadar kısımlara ayrılsa da hizmet ettikleri davanın sancağını taşımak hususunda ruhen birdir, bir olmak mecburidir.
3)Bütün kuvvetinizi ihlasta ve Hakta bilmelisiniz (*):
Bir ülke ordusu düşünelim. Elbette her ordunun bir düzeni, disiplini, amaçları vardır. Buna bağlı olarak sistemli bir şekilde, hem kendi içinde hem de umumi olarak gayeleri tektir. Ordu kendi içinde belli kuvvetlere(kara-deniz-hava) ve kısımlara (manga-takım-tabur-bölük gibi) ayrılır. (Aileden çok kişi askere gidince hâliyle biliyor insan. )
Şimdi bu anlattıklarımı İslam ordusu için düşünelim. Ehl-i Sünnet dairede birden fazla cemaat ve tarikat mevcut. Örneğin: Nurcu, Nakşibendi, Kadiri ve diğerleri. Bunların her biri İslam ordusu içinde bir kuvvettir. Ve her bir kuvvet bir yönden İslam’a hizmet eder ve birbirine kuvvet verir. Resulullah’ın dediği gibi “Ümmetin ihtilafı rahmettir.” Düşün ki nasıl bir orduda yalnız kara kuvveti olsa deniz ve hava kuvveti olmasa eksik kalır ve düşmana meydan okuyamaz. Aynen öylede her bir İslam kuvveti de böylece kefereye karşı mücadele eder ve birbirinin yükünü hafifletir. Ve her bir kuvvet yukarıda saydığımız gibi kendi içinde kısımlara ayrılır. Bu durum bazılarında meslek içi bölünmeler olabilirken bazılarında şehir ve bölgesel olarak değişiklikler gösterir. Ama düsturları birdir.
İşte her birimiz bir makinanın dişlisi gibiyiz. Biri olmasa olmaz. Birbirimizi dışlamak değil, birbirimize sahip çıkmalı ve duacı olmalıyız vesselam. Demiyor mu Üstad? Kabeniz bir, Peygamberiniz bir…. Bir bir bine kadar bir bir. Hem unutma: “Herkes yükü kendi gücü kadar çekebilir. Öyle ise sen kendi gücünün başardığı şeyleri başkalarında görmezsen, kendini mihenk yapıp onları tenkid etmemelisin. Kendinde bir üstünlük vehmedip gurura düşmemelisin. Onlar kabiliyetlerine göre ne kadar hizmet görseler ind-i ilahide ihlasa binaen makbuldür.” (Zübeyir Gündüzalp)
4) Kardeşlerinizin meziyetlerini şahıslarınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleriyle şâkirâne iftihar etmektir (*):
Nasıl ki bir vücudda tek bir organda hastalık olsa ya da işlevini sürdüremese vücud çalışamaz, iflas eder. Aynen öyle de içinde bulunduğun davada her bir birey vücudun organları gibidir. Her biri tam bir dayanışma ve birlik ile hizmet etmeli ve yardımlaşma içinde olmalıdır. Hem unutma hizmetin sana ihtiyacı yok nefsim, ama senin var… Bu nedenle; “Nefsine itimat ederek mesai arkadaşlarını yetersiz görenin sonu tehlikelidir. İstişare esnasında kendi fikrine saplanarak vereceği cevabı düşünen; arkadaşlarının fikirlerini küçümseyen, hatadan kurtulamaz.” (Zübeyir Gündüzalp)
Risale-i Nurları okuyan ya da anlattıklarıma aşina olanlar için yazım ilginç gelmiş olabilir. İhlas risalesi düsturlarının altında uhuvveti yani kardeşliği işlemenin sebebi nedir diye? Sebebi bizzat yolunu takip ettiğim üstadımdır. Uhuvvet ile ihlas birdir ve birbirinden ayrılmazdır. Biri eksik olsa tüm hizmeti zayi olur:
“…medar-ı necat ve halâs, yalnız ihlâstır. İhlâsı kazanmak çok mühimdir.” (İhlas Risalesi)
“Hayat-ı maneviye ve sıhhat-ı ubudiyet, adavet ve inad ile sarsılır. Çünki: vasıta-yı halas ve vesile-i necat olan ‘ihlas’ zayi olur. (Uhuvvet Risalesi)
Rabbim okuduklarımızı yaşamayı ve okurken yalnız ve yalnız nefsimize alarak okumayı nasip eylesin. Ey İslam ümmeti, dışarıda bu derece zalim, kafir ve münafık varken; oyuna gelip ve getirilip din kardeşine sırtını dönme… Birbirine düşman olan iki insan bile bir büyük felaket, deprem ve sair oldu mu tüm düşmanlığı unutur birbirinin yardımına koşar. Bir savaş çıktı mı tek vücud olur cepheye koşar.
Ey ehl-i iman! Nedir seni din kardeşlerinden soğutan? Nefsinin hükümdarlığından kurtul. İhlas kuvvetine dayan!
Din kardeşlerimizle yüz yüze geldiğimizde: “Bana güvenebilirsin, benden sana zarar gelmez. Sana dua ediyorum.” demek olan ve mü’minlik vasfı kabul edilen selam ile yazıma nihayet veriyorum:
Es selâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berakatuh, kardeşlerim.
(1) Risale-i Nur Külliyatı | Barla Lahikası | sf. 208
(2) Kur’an-ı Kerim | Hucurat Suresi 10.Ayet Meali
(*) Risale-i Nur Külliyatı | Lem’alar | Yirmibirinci Lem’a | İhlas Risalesi
(3) Dava Adamından Notlar | Zübeyir Gündüzalp
(4) Risale-i Nur Külliyatı | Yirmi İkinci Mektub | Birinci Mebhas | Uhuvvet Risalesi
Comments