Hoşgeldin Bebek
- Nur Tuba Yaşa
- 9 Ara 2017
- 4 dakikada okunur
Hoşgeldin Bebek
Her icadın mutlaka bir kullanım kılavuzu olduğu gibi kâinata yerleştirilen ve tüm kâinatın alakadar olduğu insanında elbette bir kullanma kılavuzu vardır ve olması gereklidir. Bu Allah’a iman eden insanlar için Kur’ân-ı Kerim iken, Allah’a inanmayan insanlar içinse tabiat, madde gibi farklı sebeplere dayanır. Yani insan öyle bir düzlemde kalmıştır ki ya bir yaratıcıya inanmalıdır ya da herhangi bir sebebi yaratıcı olarak tanımalıdır. Bu düzlem ise insanın fıtratında yerleştirilmiş olan bir yaratıcıya inanmak isteğinden kaynaklanır. Acziyeti ise tam bu noktada devreye girer…
Hani küçükken dayak yediğimiz hâlde “Anne!” diye ağlayıp ona sarılmamız gibi. Ya da “kocaman adam” olduğumuz hâlde mahalle kavgasının akabinde, soluğu disiplin ya da karakolda alan bir ergenin –eve gittiğinde asrın dayağını yiyeceğini bildiği hâlde – babasına sırtını dayaması gibidir yalnızlığımız. İnsanoğlu aynı bu misallerdeki gibi acizliğini ne kadar bilse de, içindeki ene(benlik) denilen anahtarı yanlış yer ve istikamette kullanarak; kibirlenir ve ilmiyle gurura düşebilir. En nihayetinde hadsiz acziyet içinde hadsiz bir kudreti olduğunu dava edebilir (1).
Ahzab suresi 72. ayette Rabbimizin bizi tarif ettiği gibi, insanoğlu çok cahil ve zalimdir. Hadsiz ikram ve rahmete rağmen vereni görmeyecek kadar zalim ve bildiğini Ebu Cehil misal yüceltecek kadar cahil ve çirkindir. Döneminin Arap Yarımadası’nda, ilimde en ileri olan ve herkesin kaynak gösterdiği bir insanı cehlin kapısı yapabilecek kadar ince bir mizan saklıydı “ene”de. Önüne et atılan kedilerin gözlerini kapatması hadisesini bilirsiniz. Ehl-i dünya insanlarca bu “nankörlük” olarak tarif edilirken; ehl-i hak dilinde bu, sebeplere göz kapayıp nimeti verenin Cenab-ı Hak olduğunu tasdikinden ileri gelir. İşte Ebu Cehiller gibi aklı bozulmuş kalbi sönmüş insanlar içinde böyledir kâinataki düzen.
Kâinataki düzene dair delillerimi daha önce yazdığım “Yaratılmamış Yaratıcıyı Kim Yarattı” yazıma havale edip kâinatın küçültülmüş bir numunesi olan insanın, anne rahmindeki gelişiminden bahsetmek istiyorum size. Zira bedenine yerleştirilen ene anahtarıyla kainatın sırlarını açabilme hünerine sahip cihazatlarla donatılan insanda en büyük sırlar dercedilmiştir. Ve bu sırlar bilimin henüz olmadığı dönemlerde bizzat Kur’an-ı Kerim’de nakledilmiştir.
1)Bebeğin Cinsiyeti:
Yakın bir zamana kadar insanlar, bebeğin cinsiyetinin anne hücreleri tarafından belirlendiğini ya da anne ve babanın hücrelerinin birlikte belirleyici olduğunu zannediyorlardı. Hatta bu durum cahiliye devrinde doğmuş kız çocuklarını diri diri mezara koyan babaların misalini hatırlatıyordu. Belki günümüzde aynıyla devam etmese de karısını tekmeleyerek kızını düşürmek veya aldırtmak olarak yeni bir canilikte devam ediyordu. Ancak 1400 küsür sene evvel gelen bir kitap, bilimin tamamen dışında bir yöne çekiyor ve “rahime dökülen meniden” yaratıldığımıza atıfta bulunuyordu.
Kıyamet Suresi 37-39. Ayetlerde: “Kendisi akıtılan meniden bir damla su değil miydi? Sonra bir alak (embriyo) oldu, derken (Allah, onu) yarattı ve bir ‘düzen içinde biçim verdi.’ Böylece ondan, erkek ve dişi olmak üzere çift kıldı.” buyurulmaktadır. Peki bunun bilimsel izahı nedir?
Genetik ve mikrobiyoloji ilminin gelişmesi ile birlikte ayette geçen hakikatler deneyler ışığında ispatlanmış oldu. Cinsiyetin belirlenmesinde etkili olan, kromozomlardır ve insan yapısını belirleyen 46 adet kromozomdan iki tanesi cinsiyet kromozomu olarak adlandırılmaktadır. Bu iki kromozom erkekte XY, kadında ise XX olarak tanımlanır. Y kromozomu erkeklik, X kromozomu ise kadınlık genlerini taşımaktadır. Bebeğin oluşabilmesi için çiftler hâlinde bulunan bu kromozomlardan birer tanesinin birleşmesi yeterlidir. Kadının yumurtlama esnasında ikiye ayrılan eşey hücresinin iki parçasıda XX iken erkekte XY şeklinde olduğundan iki farklı sperm meydana gelir. Bu birleşme sonucu ortaya çıkan cinsiyetler:
Kadın (X) – Erkek (X )= Kız
Kadın(X)- Erkek (Y) = Erkek olacaktır.
Böylece 20. Yüzyılda keşfedilen bilgilerle cinsiyetin bilenin aksine, erkek hücreleri tarafından belirlendiği ve kadının bu noktada hiçbir rolünün olmadığı keşfedilmiştir.
2)Organ Gelişim Sırası:
“O, sizin için kulakları, gözleri ve gönülleri inşa edendir; ne de az şükrediyorsunuz.” (Kur’an:23/78)
“Allah, sizi annelerinizin karnından hiçbir şey bilmezken çıkardı ve umulur ki şükredersiniz diye işitme, görme (duyularını) ve gönüller verdi.” (Kur’an: 16/78)
Ayetlerde ilk bakışta fark edilmeyen bir hakikat var ki bu da organların oluşum sırasıdır. Kur’an-ı Kerim’de açık- kapalı – işaret ve benzeri tarzlarda dikkat çekilen birçok hakikat bulunmaktadır.(2) Kainatın kılavuzu olan bir kitapta bunların olmaması zaten kitabın doğruluğuna -haşa!- gölge düşürür. Ancak her şeyde ve her işte olduğu gibi ne kâinatta ne de Kur’an’da en ufak bir tesadüfi bilgi gözlemlenemez.(3)
Bu ayetlere ilk baktığımızda bir takım duyularımıza işaret edildiği sarihtir. Ancak indirildiği asra göre baktığımızda bizi hayrete düşürecek bir gerçek göze çarpar. Zira günümüzde Tıp tarafından kabul edilen bir sır karşımıza çıkmaktadır. Embriyolog Dr. Keith Moore, Journal of islamic Medical Association’da yayınlanan makalesinde, embriyonun gelişim sırasını şu şekilde izah etmiştir:
Embriyonun gelişim sürecinde iç kulakların ilk durumunun belirmesinden sonra göz oluşur. Beyin ise anlama ve hissetme merkezi olmasına rağmen bu iki organdan sonra oluşmaya başlar. Bebek anne
karnında henüz fetüs halindeyken 22. Gününde kulaklar gelişir ve 4. ayında kulak tam olarak fonksiyonlarını kazanır. Bundan sonra anne karnındaki sesleri artık duyabilecektir.
Kur’an ayetinde bilimsel olarak işaret edilen bu manadan öte bir şey daha insanın dikkatini çekiyor aslında.. Bir şeyi önce kulak işitir ardından göz görür ve sorgulamaya başlar ya da ikisi birbirini takip eden bir sıra ile kâinatla alakadar olur. Anlama merkezi olan beyin ise bunlardan aldığı sinyaller ile anlamlandırır ve kaydeder. Eğer akıl bir şeyi anlamlandırıp, tanıyıp, ayırt etmezse kalpte bunu kabul etmez ve edemez. İşte Halık-ı Kâinat’ı tanımakta Kur’ân & Kâinat ve Akıl & Kalp ikilisi gibidir. Her birisi birbirini tamam ve tasdik eder. Zaten İnsan Suresi 2. Ayette buyurmuyor mu yaradan? “De ki düşündünüz mü hiç; eğer Allah sizin işitmenizi ve görmenizi alıverir ve kalplerinizi mühürlerse, onları size Allah’tan başka getirebilecek ilah kimdir?” Kainattaki düzen bir an bozulduğunda ya da vücuttaki denge bir kere yerinden oynadığında hangi tıp ilmi buna tam manası ile yetişebilir? Heyhat! Getirin yüzer fenlerinizi de bu kitabın bir benzerini belki bir ayetini taklid edin. Yapamazsınız, yapamadınız, yapamayacaksınız.
“Evet, şu kainatı idare eden Zât, her şeyi nizam ve mizan içinde muhafaza ediyor. Nizam ve mizan ise; ilim ile hikmet ile ve irade ile kudretin tezahürüdür. Çünkü görüyoruz, her masnû’; vücudunda, gayet muntazam ve mevzun yaratılıyor. Hem, hayatı müddetince değiştirdiği suretler dahi, birer intizamlı olduğu hâlde, hey’et-i mecmuası da bir intizam tahtındadır.” (4)
(1)Risale-i Nur- Sözler-Otuzuncu Söz- Birinci Maksad
(2)Risale-i Nur- Sözler- Yirminci Söz – İkinci Makam
(3) Kur’ân-ı Kerim- En’âm Suresi- 59. ayet
(4)Risale-i Nur – Sözler- Onuncu Söz- Yedinci Hakikat
Comentarios