top of page

Ademin Ademliği

  • Nur Tuba Yaşa
  • 16 Ara 2017
  • 4 dakikada okunur

Vakit: İkindi vakti.

Ümmetin zamanından bir zaman…

Zamanların en şerlisi, ahir zaman!

İlim: Hiç olmadığı kadar çok ve her yerde tezgah açılmış.

Bilen: Bildim diyen herkes…

Ne demiş atalarımız: “Pazarda akıllar satılığa çıkartılmış, yine herkes varıp kendi aklını almış.”

Zaman öyle bir zaman ki herkes “Bildim.” der olmuş, daha Rabbini bilemeden…

Üstad Bediüzzaman hazretlerinin dediği gibi “…bu zamanda enâniyet çok ileri gitmiş…”(1) Soran olduğunda bilmişliğini göstermenin merakı ile “Estağfurullah, ben bilmem.” demek tevazu sayılır, edep için yeterli görünür olmuş. Oysa tevazu Allah’a olandır. Tevazu, Yalnızca Allah rızası ile olup onun huzurunda olduğunu unutmadan, havf ve reca makamında bulunmakla mümkün iken, menfaatleri örten perde görevi görür olmuş.

Çok kitap okuyup bilinçli paylaşımlar atmak ve güzel muhabbet etmek o kişiden ilim talep etmek ya da o kişinin kendisinin ilim sahibi olduğunu anlaması için yeterli sayılır olmuş.

Örtüsüne bürünerek edepsizliği açıktan değil, sinsice yapmak ise tesettürlülük için yeterli kabul edilmiş.

Özetle: Dışardan mü’min görünsen yeter mantığı bilinçüstü olup “İmanla para kimdedir belli olmaz.” sözü tam karşılığını bulmuş.

Resulullah (aleyhisselatu vesselam)’ın buyurdu gibi:

“Öyle bir zaman gelecek ki okuma meraklı kurrâ çoğalacak; fakîhler ise azalacak ve bu sûretle ilim çekilip alınacak. Daha sonra öyle bir zaman gelecek ki insanların okudukları boğazlarından aşağı geçmeyecek.” (Hakim, Müstedrek, V, 504)

“Aranızda öyle bir grup ortaya çıkacaktır ki, namazınızı onların namazları, oruçlarınızı onların oruçları ve diğer amellerinizi de onların amelleri yanında az göreceksiniz. Onlar Kur’ân okurlar, fakat okudukları boğazlarından aşağı geçmez. Onlar okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkarlar…” (Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân, 36)

Hemen her insanda her ne kadar dillendirmese de hâlinden vaziyetinden anlaşılan, hakikatte Allah rızasını dahi gölgeleyip makam sevdası ile yanıp tutuşan: “Kalp gözüm açılsın, sözüm tesirli olsun, hatta kerametlerim olsun”lara işi vardıran asrımız insanına cevap, güzel bir kıssa ile devam etmek isterim.

Ne de güzel demiş Yunus Emre: “Dervişlik olsaydı taç ile hırka, biz dahi alırdık otuza kırka.”

Velhasılı kardeşlerim, kelam’da arif olana…

Kalbi marifete varamayan “Anladım” der, marifette olan ise sır olur bu han’dan göçer gider.

Edep ile gidebilenlere selam olsun…

TASAVVUFTA DÖRT KAPI

Öğreti olarak bu kapılar birer birer geçilerek Hakikate ulaşılır.

Bediüzzaman hazretlerinin ilk sıraya koyduğu, “…ilm-i hakikat…”(2) işte bu esas üzerine bina edilmiştir. Zira her asrın müceddidleri ve gelmiş geçmiş tüm evliya-asfiya’da bu esas üzerine yollarını inşa etmişlerdir.

İşte atladığımız ve bilmişlikle vardığımızı sandığımız bu uzun yol şöyle izah edilir:

Öğrencilerinden biri Hz. Mevlana’ya sormuş.

– Efendim, tasavvufta dört kapı vardır denir: Şeriat, Tarikat, Marifet, Hakikat. Ben bu dört kapı meselesini anlayamıyorum. Bana anlayabileceğim bir lisan ile izah edebilir misiniz?

Mevlana Hazretleri başlamış anlatmaya:

-Şimdi bak… Karşı medresede dersini çalışan dört talebe var. Hepsi rahlelerine eğilmiş ilim tahsil eder. Sen git bunların her birinin ensesine bir şamar at, sonra gel, sorunun cevabını anlatayım.

Öğrenci hemen medreseye varıp rahlelerine eğilmiş talebelerin ilkinin yanına gelip şamarı indirmiş ensesine. Tokadı yiyen sen olsan durur musun? Talebe kalkmış ayağa ve çok daha kuvvetli bir tokadla Mevlana’nın öğrencisini yere yıkmış.

Öğrenci bu karşılığın üzerine geri dönecek ama hocasına itaati var, görevini tamamlamadan dönemez. Şeytanda boş durmaz elbet, verir vesveseyi: “Diğerlerinden de yiyeceksin dayağı” diye. Lâkin hocasının emri emirdir, edeptir. Bu nedenle dinlememiş şeytanı, varmış ikinci rahledeki talebenin başına. Yaradana sığınmış ve yapıştırmış ikinci şamarı da.

Talebe, rahleden fırlamış ayağa, elini kaldırmış bir hışımla, tam vuracak iken vazgeçip yerine oturmuş. (Ohhh bi nefes almıştır artık. ) Derkeenn, varmış üçüncü rahlenin başına, indirmiş üçüncü şamarı da. Rahledeki talebe şöyle bir çevirmiş başını bakmış. “Acaba ne yapacak?” diye düşünürken bizimki, rahledeki talebe hiç oralı olmadan dönmüş dersine. Bizim ki şaşkın…

Akabinde dördüncü rahle başına varmış ve son şamarı da indirmiş talebeye. Dördüncü, tokadı yemesine rağmen hiç oralı bile olmadan çalışmasına devam etmiş.

Öğrenci kafasında yeni soru işaretleri ile gitmiş, hocası Mevlana Hazretlerinin huzuruna, olanları bir bir anlatmış.

Mevlana Hazretleri buyurmuşlar:

İşte sorunun cevabı olan, benden istediğin örnekler;

Birinci talebe, şeriat kapısını geçememiş biri idi.

Şeriatta kısasa kısas olduğu için tokadı yiyince kalktı, aynısını iâde etti.

İkinci talebe, tarîkat kapısındadır.

Tokadı yiyince o da kalktı ayağa, tam tokadı iade edecekti ki, tarîkat öğretisinde verdiği söz aklına geldi: “Sana kötülük yapana bile iyilik yap.” Onun için döndü ve yerine oturdu, ilmine baktı.

Üçüncü talebe, mârifet kapısına kadar gelmiştir.

Hayır ve şerrin Allah’tan geldiğini bilir, iman eder. Bu nedenle sen tokadı indirince “Rabbim bu kötülüğe acep hangi iblisi âlet etti?” diye merak edip (şefkat tokadlarını idrak etmiş olmanın verdiği şuurla) arkasına dönüp bakar. Sonra başını yeniden rahlesine çevirir.

Dördüncü talebe ise hakikât kapısını geçmiştir. “Hayrın ve şerrin tek sahibi olduğunu bilir.” Bu nedenle dönüp arkasına dahi bakmadı! Zira ne gelirse Allah’tan gelir.

Rahlede ki talebelerin tokadlara gösterdiği duruşlardaki hikmet Mevlana hazretlerince böyle izah edilir. Hepsi bildiğimiz şeyler öyle değil mi? Bazen hatırladığımız, çokça unuttuğumuz… Bin söyleyip bir yaşadığımız hadiseler…

Resulullah aleyhisselatu vesselam’ın hadislerindeki ahir zaman alametlerinin yaşayan örnekleriyiz. Bilgi çok, kelam çok, işine geldiği kadar yaşamak çok, kendi derdin olunca dertlenip başkasının derdi olunca biraz kelam edip ortadan kaybolmak çok… Çoklar uzar elbet lakin hiç olmak mümkün değil… “Ben olayım, ben bilineyim, başı ben çekeyim, ben… ben… ben…” derken “Hiçlik makamı”na talibim demek gibi bir edepsizliğe girdik!! Eeee yalancılık para ile değil. Para ederiz belki amma “insan” eder miyiz bilemeyiz…

Yola çıktık der dururuz, aklı dahi sahibine satamadan. Oysa demiyor muydu Cenab-ı Hak: “Şüphesiz Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır…” (3)

“Yol odur ki doğru vara, Göz odur ki Hakk’ı göre,

Er odur alçakta dura, Yüceden bakan göz değil.”

Rabbim yola çıkmayı nasip eylesin…

Edep Ya Hu!

(1)Bediüzzaman Said Nursi, Kastamonu Lahikası, Envar Neşriyat, sy 120.

(2) Bediüzzaman Said Nursi, Barla Lahikası, Envar Neşriyat, sy 165.

(3)Kur’an-Kerim, Diyanet İşleri Başkanlığı ,Tevbe Suresi 111. Ayet.


 
 
 

Comentarios


Tanıtılan Yazılar
Daha sonra tekrar deneyin
Yayınlanan yazıları burada göreceksiniz.
Son Paylaşımlar
Arşiv
Etiketlere Göre Ara
Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page